Herşey çok güzeldi!
Rahat geçen bir uçak yolculuğuyla ve bavulumuzun çabucak gelmesiyle başladı herşey. Sabiha Gökçen'den saat başı Taksim'e yolcu taşıyan Havaş otobüsü de fena değildi (dönüş yolculuğu hariç). Çok yoğun sayılmayan trafik sayesinde varacağımız yere vardık.
Ay bavul olayınca gelince arkadaşlar. Fazla birşey almadım yanıma, boşu boşuna stres yapmışım. Aslında ben böyle değildim, ne oldu bana bilmiyorum. Bunalımlardaydım heralde. Neyseki geçti. İki kot, iki kazak gittim geldim. İki çift çizme - hayatımın en büyük yanlışını bile bile yaptım ve topuklu çizmelerimi götürdüm. Bile bile manyaklık yapasım geldi. Kendi kendime kaşındım ve günümü gördüm. Fakat onları yanıma almasaydım belki de uzun zamandır almak istediğim spor ayakkabıları almayacaktım:-) bahanesi oldu ama... aslında taktik değildi bu.
Uçaktan bir indik ben şok geçirdirdim. Vaaay hava ne kadar sıcaaak! Keşke ince ceketimi getirseydim diye söylenmeye başladım. İsviçre'de haftalarca eksilere alıştığımdan, 10 derece hava sıcaklığı neredeyse tropikal gibi geldi bana. Gerçi akşama doğru hafif yağmur çiseleyince ve ertesi gün biraz daha serin olunca hava, kalın ceketimden gayet memnun kaldım.
Bu defa gitmediğim yerlere gidesim geldi. Ama gidip'te uğramadan asla olmaz dediğimiz yerlere de gittik.
Bavulları otele bıraktıktan sonra soluğu ilk Eminönü'nde aldık, karnımızı doyurduk. Daha sonra balıkçıların yakaladıkları mini minik balıkların bulunduğu kovalara bakarak Galata köprüsünden yürüdük. Ben tabi mutluluktan havalarda uçuyordum... Karaköy'de söylemesi ayıp İsviçre'ye getirmek için baklava siparişimizi verdik. Sonrasında aheste aheste İstanbul sokaklarından geçerek İstiklal caddesine vardık. Dilimde "Beyoğlunda gezersin" gibi bir sürü İstanbul şarkısı... bir çok yere girip çıktıktan sonra (en önemli yer tabiki Saray Muhallebicisi) dedik hadi sinemaya gidelim. Ben aslında çok merak ettiğim "Issız adam"ı izlemek istiyordum fakat "Vali" ağır bastı.
Türkiye'de ilk defa sinemaya gitmenin mutluluğunu yaşadım ve izlediğim film İstanbul'da olmama rağmen beni bambaşka yerlere götürdü, memleketime götürdü. Sevdiğim bir çok şeyi bir arada yaşadım. Bol bol ağladım, duygulandım, öfkelendim, hasret çektim...
Rahat geçen bir uçak yolculuğuyla ve bavulumuzun çabucak gelmesiyle başladı herşey. Sabiha Gökçen'den saat başı Taksim'e yolcu taşıyan Havaş otobüsü de fena değildi (dönüş yolculuğu hariç). Çok yoğun sayılmayan trafik sayesinde varacağımız yere vardık.
Ay bavul olayınca gelince arkadaşlar. Fazla birşey almadım yanıma, boşu boşuna stres yapmışım. Aslında ben böyle değildim, ne oldu bana bilmiyorum. Bunalımlardaydım heralde. Neyseki geçti. İki kot, iki kazak gittim geldim. İki çift çizme - hayatımın en büyük yanlışını bile bile yaptım ve topuklu çizmelerimi götürdüm. Bile bile manyaklık yapasım geldi. Kendi kendime kaşındım ve günümü gördüm. Fakat onları yanıma almasaydım belki de uzun zamandır almak istediğim spor ayakkabıları almayacaktım:-) bahanesi oldu ama... aslında taktik değildi bu.
Uçaktan bir indik ben şok geçirdirdim. Vaaay hava ne kadar sıcaaak! Keşke ince ceketimi getirseydim diye söylenmeye başladım. İsviçre'de haftalarca eksilere alıştığımdan, 10 derece hava sıcaklığı neredeyse tropikal gibi geldi bana. Gerçi akşama doğru hafif yağmur çiseleyince ve ertesi gün biraz daha serin olunca hava, kalın ceketimden gayet memnun kaldım.
Bu defa gitmediğim yerlere gidesim geldi. Ama gidip'te uğramadan asla olmaz dediğimiz yerlere de gittik.
Bavulları otele bıraktıktan sonra soluğu ilk Eminönü'nde aldık, karnımızı doyurduk. Daha sonra balıkçıların yakaladıkları mini minik balıkların bulunduğu kovalara bakarak Galata köprüsünden yürüdük. Ben tabi mutluluktan havalarda uçuyordum... Karaköy'de söylemesi ayıp İsviçre'ye getirmek için baklava siparişimizi verdik. Sonrasında aheste aheste İstanbul sokaklarından geçerek İstiklal caddesine vardık. Dilimde "Beyoğlunda gezersin" gibi bir sürü İstanbul şarkısı... bir çok yere girip çıktıktan sonra (en önemli yer tabiki Saray Muhallebicisi) dedik hadi sinemaya gidelim. Ben aslında çok merak ettiğim "Issız adam"ı izlemek istiyordum fakat "Vali" ağır bastı.
Türkiye'de ilk defa sinemaya gitmenin mutluluğunu yaşadım ve izlediğim film İstanbul'da olmama rağmen beni bambaşka yerlere götürdü, memleketime götürdü. Sevdiğim bir çok şeyi bir arada yaşadım. Bol bol ağladım, duygulandım, öfkelendim, hasret çektim...
Sinemadan sonra D&R'a girip, daha önce de bahsettiğim eski türk filmleri arşivimi oluşturmak için ilk adımı attım. Çok mutluyummmm!
Akşama Tarabya'ya gittik. Ben önceleri (çok dertliyken, aşk acıları çekerken, çileliyken, öğrenciyken...) bolca ve severek dinlediğim Cengiz Kurtoğlu'nu dinlemeye gittik. Aşkım'ın tarzı olmasada beni kırmadığı için ayrıyeten mutlu oldum. Yemeğimizi yedik, eğlendik, Ceniz abinin gayet mütevazi biri olduğunu gördük ve otele döndük. Güzel bir akşamdı. Anılarımdan silemeyeceğim kişi ise Gizem'di. Ömrün güzel olsun, hayat sana gülsün ve inşallah yaşam sana bambaşka yollar çizer demek istedim ona.
Ertesi sabah kahvaltıdan sonra merak gidermek için Bağdat caddesinde dolaştık. Ben pek beğenmedim, Aşkım'da beğenmedi. Ben yazın daha güzel olabilecegini düşündüm. Bir Petshop'a girdik. Ben aslında girmek istemiyordum. Sevmiyorum petshopları. Hayvancıkların o haline dayanamıyorum. Bir de şıpsevdiliğim tutar yine diye korktum. Orada on haftalık bir Golden görünce içimin yağları eridi. Yavrum minicik kafeste kurtarın beni burdan der gibiydi. Kıpır kıpırdı. Ona dokunmak, sevmek istedim fakat yasaktı. Daha bir sürü mini mini köpekler vardı. Ve kediler. Görünce hepsini alasım geldi. Keşke kocaman bir evim olsa, ben işe gitmesem, günümü bu hayvancıklarla oymakla, onlara bakmakla geçirsem diye hayaller kurdum. Bir sürü muhabbet kuşu, papağan çeşitleri ve balıklar vardı. En dikkatimizi çekenler beyaz (tahminimce albino) yer sincapları oldu. Ne şirin şeylerdi ya.
Planımızda Mecidiyeköy'e uğramak vardı. Neresi olabilirki. Herkesin anlata anlata bitiremediği Cevahir'e uğradık. Oyalandık biraz. Bir kaç saat içinde her yerini gezmek imkansız zaten. Ama güzel olmuş gerçekten, İsviçre'de bile yok böyle bir yer. Ben beğendim. Orada odaklandığımız yer neresi olabilir sizce? Tabiki D&R. Kitaplara, filmlere, müziklere doyum olmuyor. Servetimi harcayabilirdim orda - servet derken saatlerimi demek istedim:-) O kadar çok kitap alacaktım ki, liste hazırlamıştım. Hepsini buldum gerçi ama biraz mantıklı düşünmeye çalışarak önce evdeki kitapları bitirmek daha uygun olur dedim. Yine de bir tane aldım huyum kurusun. Listede olmayanından. Solmaz Kamuran'ın "Kiraze"yi aldım. Osmanlı cariyeleri kitaplarım gün be gün artmakta.
Mecidiyeköy'e gitmişken Çadır'a gidilmez mi. Hem maç vardı o akşam. Aşkım'ın içi kesin kıpır kıpırdı, gitmek için can atıyordu belkide. Tabi her yer taraftar dolu, millet coşkulu. Karaborsacılar bir yandan, bere atkı satanlar bir yandan, taraftarlar sarı kırmızı giymiş hep bir ağızdan marşlar söylüyor. Ay ben bile coştum ama belli etmedim yahu. Hava soğuk olmasaydı sözümü tutup giderdim ama yine Aşkım fedakarlık yapmak zorunda kaldı ve gitmedik. Ama sözüm söz. Bir dahaki sefere gidicez Aşkım! Aynen anlaştığımız gibi;-)
Sonra Taksim'e gittik tekrar, ben teee yazın gözüme kestirdiğim abiyeyi hala daha vitrinde durduğunu görünce dayanamadım girdim, denedim, beğendim ve aldım. Nerede ve ne zaman giyeceğim ise meçhul. (yine karar veremiyorum hayret bişiy)
Son olarak gecenin o soğuğuna aldırmadan Sultanahmet'e benim aşık olduğum yere gittik. Bir kaç ship shak orada yaptıktan sonra otelimize döndük.
Sabah 9 da havaş otobüsünde yer kalmadığından ayakta gittik. Valla böyle güzel geçen iki gün sonrasında o bile koymadı bana. Ama adamlar yine de daha büyük bir otobüs kaldırsa ölür mü yani. Saat başı kalkıyor bir de otobüsler.
İşte böyle... Dönüş yolculuğumuz yine çok iyi geçti. Bavulumuz yine çabuk geldi ve evimize döndük.
Not: Şu an iş yerinden yazdığım için fotoğraflar akşama kaldı.
Akşama Tarabya'ya gittik. Ben önceleri (çok dertliyken, aşk acıları çekerken, çileliyken, öğrenciyken...) bolca ve severek dinlediğim Cengiz Kurtoğlu'nu dinlemeye gittik. Aşkım'ın tarzı olmasada beni kırmadığı için ayrıyeten mutlu oldum. Yemeğimizi yedik, eğlendik, Ceniz abinin gayet mütevazi biri olduğunu gördük ve otele döndük. Güzel bir akşamdı. Anılarımdan silemeyeceğim kişi ise Gizem'di. Ömrün güzel olsun, hayat sana gülsün ve inşallah yaşam sana bambaşka yollar çizer demek istedim ona.
Ertesi sabah kahvaltıdan sonra merak gidermek için Bağdat caddesinde dolaştık. Ben pek beğenmedim, Aşkım'da beğenmedi. Ben yazın daha güzel olabilecegini düşündüm. Bir Petshop'a girdik. Ben aslında girmek istemiyordum. Sevmiyorum petshopları. Hayvancıkların o haline dayanamıyorum. Bir de şıpsevdiliğim tutar yine diye korktum. Orada on haftalık bir Golden görünce içimin yağları eridi. Yavrum minicik kafeste kurtarın beni burdan der gibiydi. Kıpır kıpırdı. Ona dokunmak, sevmek istedim fakat yasaktı. Daha bir sürü mini mini köpekler vardı. Ve kediler. Görünce hepsini alasım geldi. Keşke kocaman bir evim olsa, ben işe gitmesem, günümü bu hayvancıklarla oymakla, onlara bakmakla geçirsem diye hayaller kurdum. Bir sürü muhabbet kuşu, papağan çeşitleri ve balıklar vardı. En dikkatimizi çekenler beyaz (tahminimce albino) yer sincapları oldu. Ne şirin şeylerdi ya.
Planımızda Mecidiyeköy'e uğramak vardı. Neresi olabilirki. Herkesin anlata anlata bitiremediği Cevahir'e uğradık. Oyalandık biraz. Bir kaç saat içinde her yerini gezmek imkansız zaten. Ama güzel olmuş gerçekten, İsviçre'de bile yok böyle bir yer. Ben beğendim. Orada odaklandığımız yer neresi olabilir sizce? Tabiki D&R. Kitaplara, filmlere, müziklere doyum olmuyor. Servetimi harcayabilirdim orda - servet derken saatlerimi demek istedim:-) O kadar çok kitap alacaktım ki, liste hazırlamıştım. Hepsini buldum gerçi ama biraz mantıklı düşünmeye çalışarak önce evdeki kitapları bitirmek daha uygun olur dedim. Yine de bir tane aldım huyum kurusun. Listede olmayanından. Solmaz Kamuran'ın "Kiraze"yi aldım. Osmanlı cariyeleri kitaplarım gün be gün artmakta.
Mecidiyeköy'e gitmişken Çadır'a gidilmez mi. Hem maç vardı o akşam. Aşkım'ın içi kesin kıpır kıpırdı, gitmek için can atıyordu belkide. Tabi her yer taraftar dolu, millet coşkulu. Karaborsacılar bir yandan, bere atkı satanlar bir yandan, taraftarlar sarı kırmızı giymiş hep bir ağızdan marşlar söylüyor. Ay ben bile coştum ama belli etmedim yahu. Hava soğuk olmasaydı sözümü tutup giderdim ama yine Aşkım fedakarlık yapmak zorunda kaldı ve gitmedik. Ama sözüm söz. Bir dahaki sefere gidicez Aşkım! Aynen anlaştığımız gibi;-)
Sonra Taksim'e gittik tekrar, ben teee yazın gözüme kestirdiğim abiyeyi hala daha vitrinde durduğunu görünce dayanamadım girdim, denedim, beğendim ve aldım. Nerede ve ne zaman giyeceğim ise meçhul. (yine karar veremiyorum hayret bişiy)
Son olarak gecenin o soğuğuna aldırmadan Sultanahmet'e benim aşık olduğum yere gittik. Bir kaç ship shak orada yaptıktan sonra otelimize döndük.
Sabah 9 da havaş otobüsünde yer kalmadığından ayakta gittik. Valla böyle güzel geçen iki gün sonrasında o bile koymadı bana. Ama adamlar yine de daha büyük bir otobüs kaldırsa ölür mü yani. Saat başı kalkıyor bir de otobüsler.
İşte böyle... Dönüş yolculuğumuz yine çok iyi geçti. Bavulumuz yine çabuk geldi ve evimize döndük.
Not: Şu an iş yerinden yazdığım için fotoğraflar akşama kaldı.
Not 2: Fotoğrafların hepsi değil ama çoğu Aşkım'a ait, kendisine teşekkürlerimi iletmek istiyorum. Benim elimin alışması uzun sürecek gibi:-(
5 yorum:
Zeynepcim hoşgeldin:) Ne güzel dolu dolu iki gün geçirmişsin.Fotoğrafları merakla bekliyorum-)Eminim yine çok güzel kareler yakalamışsındır. Elbiseni güle güle giyin canım *-)
L@l'cim dolu dolu gecti gercekten, yorucuydu biraz ama degdi. fotograflari ilk firsatta eklicem.
Sagol canim;-)
Canım tahmin ettiğim gibi yine müthiş kareler yakalamışsın(ız) :)Bakmaya doyamadım.
Sevgiler -)
Vallahi Istanbulu bende cok özledim,yani gecen yil kibrisa giderken ucak aktarmasinda birkac saatte olsa gecemizi istanbul istiklalinde gecirmistik harikaydi,...ama kac kez de gitmis olsam oranin havasi bir baska oluyor ya cok güzel bir yer,...
{AskinAy} hosgeldin canim! istanbul'un büyüsü baska, ben de cok seviyorum! ugruna bosuna savaslar verilmemis yani.
Yorum Gönder