26 Ocak 2010

Hatıralar serisine devam...











Az önceki postlarda kafaların karışmasına neden olmuşuz sanki. Biz İstanbul gezimize 4 kişi gittik. Ben ve kocim, kardeşim ve kocisi. Dolayısıyla bizim makineden görüntülenenler genel olarak kardiş ve kocisi... :)

Ayasofya hatırası 2

:)



Ayşe Kulin

Televizyon programlarını pek takip etmem ama dün zaplarken Evren'le sıradışı programının tekrarına rastladım. Bir de baktım kim varmış? Ayşe Kulin! Fotoğraflarında her ne kadar ciddi dursada, konuşurken nasıl cıvıl cıvıl, sevimli bir bayan olduğunu görmüş oldum. Bir insan bu kadar mı şeker olur ya! Bolca Aylin ve Türkan hocadan bahsettiler.

Bundan sonra Biyografi yazmak istemediğini belirtirken aynı zamanda Veda ve Umut serisinin 3. ve hatta 4. kitabının da geleceğini söyledi. Duyunca sevinçten havalara uçtum!!

Sevdiğim bir yazar hakkında yeni şeyler öğrenmekten mutluluk duydum.

Az önce İsviçre'deki bir internet kitapçısından iki kitabını daha sipariş verdim. Bakalım ne zaman gelecekler!

25 Ocak 2010

Ayasofya hatırası:)

16/01/2010



Ayasofya önünde sıra beklerken...

Bağlantı sorunu, bloga büyük foto ekleme çabaları

derken başardım en sonunda...

İlk olarak kesilip duran internet bağlantısıyla savaşmak durumunda kaldım. Güya hızlanacaktı bu ayın 20 sinden sonra. Ben pek bir fark göremedim.

Daha sonra GeCe arkadaşımın süpersonik Şablon Dersleri anlatımıyla en nihayetinde başardım bloga büyük fotoğraf eklemeyi. Tutmayın beni takla atacağım, ollleyyy:)

Bunlar Basel Havalimanında beklerkenki neşeli görüntülerimiz....





22 Ocak 2010

döndüm ama yokum sanki

Soğuk, yağmurlu ve kısa süren İstanbul yolculuğumuzdan döndük. Kısa sürünce insan rüya görmüş gibi oluyor. Neyse ki fotoğraflar var rüya olmadığı anlaşılıyor. Paylaşacağım yakın zamanda. Evde de internet yeni bağlandı zaten. Anca.

***

Şu sıralar üşengeç ve de yorgunum, dediler ki sağlıksız besleniyormuşum ondan.

Şu sıralar saçım civciv sarısı olsun istiyorum, ama bana yakışmayacağı için vazgeçiyorum. (Saçıma aklar düşene kadar boyatmayacağım demiştim, bakalım ne zamana kadar dayanabileceğim. Niye böyle salak bir karar aldıysam)

Hayallerim vardı, kararlar almıştım ingilizce öğrenmekle ilgili, ondan da vazgeçmek zorunda kaldım (şimdilik, sonrasını bilemem)

Önümüzdeki 7 ayın tatil planları kaba taslak yapıldı, gerisi Allah kerim.

Yakın bir arkadaşımın düğünü var 2 ay sonra, benim bile eteklerim tutuştu onunkileri hiç sormayın!

Kafa yine çok karışık, değişik alemlerde ama nerde ben de bilmiyorum.

Film izlemekten bunaldım, başka şeyler yapmam lazım.

Çerçeve yaptırmam lazım.

Perde diktirmem lazım.

Evet! Havanın etkisiyle ben...

Yine bunalımlardayım!

(Yaz olsun, balkonuma yeniden çiçekler dikeyim istiyoruuuuum)

13 Ocak 2010

Beni dumur eden olay

Kim bilir kaç olay vardır da şimdi hatırlamıyorum. Bugün yaşadığım 'olay' ise şöyle gelişti:

Sevgiliyle iş yerlerimiz yakın olduğundan normal şartlarda o beni işe bırakır ve arabayı da bir kaç kilometre daha ilerde olan kendi iş yerinin otoparkına bırakır. Bugün sabah Sevgili hastalanınca işe kendim gelmek zorunda kaldım ve arabayı da iş yerimin dibinde bulunan otoparka bırakmak istedim. Normalde günlüğü 16 Frank (ki bunu her gün böyle ödediğini düşünürsen az sayılmaz ama bir defaya mahsus olduğu için gözden çıkarılmış bir ücret)

Bugün baktım otoparkta yine bir tuhaflıklar var. Otoparka girişteki bariyerler normalinde Ticket'ini aldıktan sonra açılıyor ve giriyorsun, baktım bugün bariyerler havada herkes şak diye giriyor otoparka, hemen ilk gördüğüm boş parka en acayip bir şekilde park etme çabalarında bulundum, aslında çok özenirim güzel park etmek için ama etraf kalabalık olunca heyecan yapıyorum, yamuk park ediyorum. Kapıyı açınca da yandaki arabayı çizmemek için yine en yamuk bir şekilde çıktım arabadan ve orada bulunan görevliye doğal olarak ALMANCA sordum: Ticket'imizi nerden alıcaz? (yoksa akşam çıkarken bariyer nasıl kalkacak dimi?) Bu bana TÜRKÇE cevap veriyor: Ticket'e gerek yok diye, ben tabi sabah sabah şaşırıyorum nereden anladı bu benim Türk olduğumu diye (çünkü her gün başıma gelmeyen bir olay bu benim için ve ben tanımadığım ya da ilk defa gördüğim Türk'lerle hemen Türkçe konuşamam nedense, böyle de garip bir huyum vardır).

Öyle boynumda Türk bayrağı kolyesi, ya da isim yazan bir kolye taşımam, hoşlanmam da öyle şeylerden. Bi bakmışım ağzım açık kalmış önce ne diyeceğimi düşünüyorum ve aynı zamanda kafayı eğmiş adamın suratına bakıyorum acaba ben bunu bir yerden tanıyor muyum diye, daha önce görüştük mü acaba diye ama çıkartamadım tabi, o arada adam bir kağıda bir şey yazıyordu ben kafayı eğmiş tipi tanımaya çalışırken şaşırdığımı görünce pişkin pişkin sırıtmaya başladı bu (sinir oldum ben tabi). Ben de bozmadan (neyi bozmuyorsam) TÜRKÇE cevap verdim: Nasıl yani, akşam nasıl çıkacağım ben burdan? Bariyer açık olacak mı akşamleyin de, diye (şu salak şaşkınlık ifademden de kurtulamadım bir türlü) o dediki: 5 Frank'ın var mı? cebimden saf gibi bütün bozukları çıkardım 3 lira 70 kuruş çıktı (normalinde Ticket olunca otomatta kartla ödüyorum ve zamanında sık sık param çalındığından bozuk para da olsa yanımda nakit bulundurmam), sanırım yok, dedim, olsun farketmez, kalsın o zaman, dedi. Adama suratımda mı yazıyor Türk olduğum, nerden anladın gibi salak sorular sormak geliyor içimden aynı zamanda (o arada hâlâ kağıtçığa bir şey yazıyor) Ben o birşeyler karalarken oyalanmak için arkama bakıyorum, içler acısı bir şekilde park ettiğim arabama, acaba çok mu kötü olmuş diye. O arada ne görüyorum? Arabanın arkasına serilmiş bir Galatasaray atkısı...

ve elime kağıtçığı tutuşturdu (Ticket yerine geçen ve ödendiğine dair belge olan kağıtçık).


Hadi atkı sayesinde parkı bedavaya getirdik:) Fenerli olsa kesin para alırdı diye düşünmekteyim şu an.

12 Ocak 2010

2 günlüğüne istanbul kazan olsun biz kepçe olalım

Bu haftasonu şöyle hemencik bi Sultanahmet, Eminönü, Beyoğlu, vs. yapıp gelicez nasip olursa. Kardeşim ve eşi için ilk İstanbul macerası olacağından dört kafa deli deli, dolu dolu geziyor olacağız inşallah:)
Az kaldı ya, heyecanımı ve sevincimi şimdiden paylaşayım dedim:)

11 Ocak 2010

haftaya bir ödülle başlamak ne güzel!


Sevgili Ayşelon 'a bana bu GÜN IŞIĞI ödülünü layık gördüğü için çok teşekkür ediyorum! Güzel bir sürpriz oldu benim için! ve hâlâ ödül alabiliyor olmak beni gerçekten mutlu etti ne yalan söyleyeyim:)
Bu ödülün kuralı okumayı sevdiğin 12 blog yazarına ulaştırmakmış. Hemen ulaştıralım öyleyse.
Bir ödül de benden sevdiğim blogculara gelsin:
Rahşan + Ayçi (nedense bu ikisini ayrı tutamıyorum:)
Mesut kıskanmasın :) sen ödülünü zaten almışsın ama bir de gün ışığı ödülü benden olsun
Tebrikler arkadaşlar
:)

8 Ocak 2010

malum kış günleri, bol bol film izliyoruz


Nihayet izleyebildim şu bol ödüllü filmi. Mantığımı kurcalayan bazı şeyler olsa da izlediğime kesinlikle pişman olmadım. Çok farklı, alışılmışın dışında bir hikayesi var. Tavsiye olunur yani - hala izlemeyenler varsa tabi.

Havalar buzzzz, akşamları evde olunduğunda hava çoktan kararmış oluyor, yapacak fazla birşey yok, bol bol film kiralayıp izliyoruz haliyle. Arada ıyk çok kötüymüş bu film dediklerimin sayısı malesef daha fazla ama bak bu fena değilmiş, paylaşılır dediklerim de burda. Neyse, izlemeden bilinmiyor.


Bir de bende Alaska'ya gitme dürtüsü uyandıran bu filmi de beğendim. Romantik komedi. Fazla söze hacet yok:)

7 Ocak 2010

çarşaf temizlik zencefil limon martı, martı mı?





Hani grip oldum ya geçen hafta, bana kalsa şimdi evi baştan aşağıya dezenfekte edicem, elimden gelse badana falan da yapıcam. Ne kadar virüs kaldıysa gitsin diye. Dün ne kadar çarşaf, kılıf, battaniye varsa hepsini yıkadım. Kurutması sorun olmayacak olsa yastık yorganları da yıkayacağım. Zaten bu dondurucu soğuklara rağmen evi havalandırıp duruyorum, içeriye iyice temiz hava girsin diye, bir de bu yüzden üşütücez bu gidişle. Bu Cumartesi de perdeleri yıkamayı düşünüyorum... Sanırım kafayı yedim. Gören de başka bir hastalık geçirdim sanır... tövbe tövbe.
Gripten geriye kalan bolca mide bulantısı olunca dün tutturdum da tutturdum illa zencefil alalım diye. Hani iyi geliyormuş ya bulantılara. Dün ilk defa zencefil çayı demledim. Gerçi ona ne kadar çay denilebilirse artık? Kaynar suya bir kaç zencefil parçacığı, biraz limon, bir iki karanfil tamam. Tadı bir şeye benzemese de şifa niyetine içtik artık. Tabi içine atılan malzemeler artırılabilir başka aromalar elde edilebilir elbet. Her şey mümkün. Mide bulantısına iyi geldi mi onu bilemedim.
Canım şu martılarla buluşup onlara simit atmak istiyor...

6 Ocak 2010

yahşi



Her gün, her reklam arası ekranda beliren Cem Yılmaz'ın "Hast du meinen neuen Film gesehen? Nööö? Schnell ins Kino gehen! Gehen, gehen!" diyen ısrarlarına dayanamayıp gittim gördüm geldim.
Tipik bir Cem YLMZ filmi...
Sonradan eklenen not: sırf Cem Yılmaz'ın arap bacı takliti yaptığı sahneyi bir daha görmek için tekrar izlicem! evet yapıcam bunu:)

5 Ocak 2010

2010'da fırtına gibi eseceğim inşallah:)

2010'a
ayıklıkla baygınlık arası gidip gelmekle,
koltukta uzanır vaziyette,
bir sürü mendil, çay ve ağrı / öksürük kesicilerle
girdim ve şikayetçi değilim bundan.
Soğuk algınlığı yakamı bırakmazdı hiç alışıktım ona ama grip nedir bilmezdim şu yaşıma kadar. Kısmet şimdiyeymiş, neyseki atlattım. Doktorumun dediğine göre, şu anda bağışıklık sistemim grip aşısı yaptranlara göre çok daha kuvvetliymiş.
Neyse, Allah kimseye dermansız dert, amansız hastalık vermesin. Grip geldi geçti.
Şimdi kendimi çok daha iyi hissediyorum. Bir daha hiç hasta olmayacakmışım gibi hissediyorum kendimi! (maşallah)
Yakın bir zamanda yolculuk var! ! Oh ne güzel!
Şu anda evde 15 gün daha internet yok... aman ne kötü!
Geçmiş olsun dileklerinde bulunan tüm arkadaşlarıma çooook teşekkür ederim!!
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...