29 Aralık 2008

Biraz mola


Bu aralar biraz uzak kaldım ve bir süre daha olmayacağım.


Hepinize güzel, mutlu, sağlık ve neşe dolu günler diliyorum.


2009'da tekrar görüşmek üzere.


Sevgiyle kalın!!!!!!!

23 Aralık 2008

Zencefilin sırları ve detoks yiyecekleri

Midem bu aralar patlamaya hazır bir bomba gibi yakamı bırakmıyor. Şişkinlik nedeniyle verdiği rahatsızlık aynı zamanda mide bulantılarına yol açıyor. Bunun sebebini tahmin edebiliyorum aslında. Geçen bir kaç gün/hafta içersinde son derece düzensiz ve sağlıksız yemelerimin ve aynı zamanda egzersizSİZ geçen tembel günlerimin sonucu. Bununla ilgili olarak bir kaç ufak araştırma yaptım. Mideyi sakinleştirmenin, bulantıları geçirmenin yolları nelerdir diye.

Ve şu iki faydalı yazıyla karşılaştım. Aklımızda bulunsun:

Zencefilin, mide kaynaklı sindirim sorunlarının, seyahatte, hamilelik döneminde ve kemoterapi nedeniyle oluşan mide bulantısı ve kusma şikayetlerinin önlenmesi ve tedavisi amacıyla kullanıldığı bildirildi.

Amerikan Diyetetik Derneği'nin Denizaşırı Ülkeler Türkiye Temsilcisi Diyetisyen Selahattin Dönmez, yaptığı açıklamada, zencefilin yeşil, mor çiçekleri bulunan, Asya, Hindistan ve Arabistan'da tedavi amaçlı kullanılan aromatik yağ açısından zengin, tropikal bir kök bitkisi olduğunu söyledi. Eski zamanlarda zencefilin eklem iltihabı, kolit ağrıları, ishal ve kalple ilgili hastalıkların tedavisinde kullanıldığını ifade eden Dönmez, şöyle dedi: "Zencefil, uzun yıllardır yemeklerimizi lezzetlendiren önemli bir baharat olarak tüketilmektedir.
Zencefil, soğuk algınlığı, grip, nezle gibi hastalıkların belirtilerini, baş ağrılarını ve regl dönemi ağrılarını azaltmak için tüm dünyada yaygın olarak kullanılmaktadır."

Dönmez, taze zencefilin B6 vitamini, C vitamini, kalsiyum, demir, magnezyum, fosfor, potasyum, manganez ve lif açısından yüksek besin değerlerine sahip olduğuna belirterek, şöyle konuştu: "Günümüzde zencefil kökleri, yaygın olarak mide kaynaklı sindirim problemlerinin tedavi edilmesinde kullanılır.
Seyahat sırasında gelişen, hamilelik döneminde ve kanser kemoterapisi nedeniyle oluşan mide bulantısı ve kusma şikayetlerinin önlenmesi ve tedavisi amaçlı kullanımı önerilmektedir. Zencefil, kalp hastalıkları, kanser gibi önemli hastalıklarda da kullanılmaktadır."

Dönmez, 80 denizci üzerinde yapılan araştırmada, zencefil tozu kullanan kişilerin kusma ve soğuk terleme şikayetlerinde azalma olduğunun belirlendiğini ifade ederek, sözlerini şöyle sürdürdü: "Piyasada reçeteli veya reçetesiz olarak satılan bulantı azaltıcı ilaçlar, uyuşukluk ve ağız kuruluğu gibi istenmeyen şikayetlere neden olabilir.

Buna karşılık, yolculuk sırasında gelişen mide bulantısı ve kusma şikayetlerinin azaltılması için kök veya toz halde zencefil tüketiminin ilaç tedavisine alternatif olarak kullanılabileceği düşünülmektedir."


Zencefilin 2 yaşın altındaki çocuklara verilmemesi gerektiğini vurgulayan Dönmez, 2 yaşın üstündeki çocuklarda ise baş ağrısı, mide bulantısı ve sindirim sistemi kramplarının tedavi edilmesi için kullanılabileceğini belirtti.

Yetişkinlerde ise zencefil tüketiminin günlük 4 gramı geçmemesi gerektiğini ifade eden Dönmez, zencefilin aşırı dozda tüketilmesi halinde göğüste hafif yanma hissedilebileceğini kaydetti.

(RealAge)

Detoks için önerilen yiyecekler

Kısaca anlamı: Detoks, vücudumuza çeşitli yollarla giren ve atık madde olarak dışarı atılmayı bekleyen zararlı toksinlerden kurtulmaktır.

Sarmısak: Kardiyovasküler hastalıkların risklerini azaltmaya yardımcı olmasının yanında, karaciğer enzimlerine yardım ederek zararlı toksinlerin vücuttan atılmasına destek olur.

Brokoli: Kansere karşı savaşta en güçlü dostlarınızdan biri olan brokolinin filizleri, aynı zamanda enzimleri uyarıcı etkiye de sahiptir.

Su teresi: Su teresini salatalarınızda, çorbalarınızda ve sandviçlerinizde kullanabilirsiniz. Küçük yeşil yaprakları, vücutta biriken hücreler arası veya damar içi fazla sıvıyı atar ve idrar çıkışını arttırır. Ayrıca tereler, mineral bakımından da oldukça zengindir.

Yeşil yapraklı sebzeler: Bu sebzeleri çiğ ya da haşlanmış olarak da yiyebilirsiniz. İçerdikleri klorofil, vücuttaki metal ve pestit gibi toksinleri dışarıya atmaya ve karaciğeri korumaya yarar.

Limon: İçerdiği C vitamini limonun 'detoks vitamini' olarak ün salmasını sağlamıştır. Limon, bazı toksinleri suyla çözülebilecek bir şekilde ayrıştırır.

Yeşil çay: Vücudunuzdaki kanı daha akışkan hale getiren yeşil çay, güçlü bir antioksidandır. Bunun yanında yeşil çayda bulunan kateçin maddesinin karaciğer fonksiyonlarını hızlandırdığı belirlenmiştir.

Lahana: Bu sihirli sebze detoks işlemlerine yardımcı olur. Özellikle salatası sağlığa çok yararlıdır.

Tahin: Karaciğerde bulunan hücreleri, alkol ve diğer kimyasallardan korur. Lezzetli tadı ile tahin; sağlık ve damak dostu yiyecekler arasındadır.

Pire otu: Bu otsu bitki kolestrolü düşürmeye yarar. Az miktarda pire otu tüketmek, bağırsaklarınızın temizlenmesine yardımcı olacaktır.

(RealAge)

Şu an için işe yeşilçay ile başlayabilirim ancak. Zencefili de mutlaka denemeliyim.

22 Aralık 2008

Nostaljik bir hafta sonu





Bu hafta sonu Türkan sultan ve Cüneyt Arkın'a doydum. Baktım yapacak hiç birşey yok oturdum 3 film birden izledim (malesef internet üzerinden). Önce Arım, Balım, Peteğim daha sonra Hayatım sana feda ve son olarak ta Aşk mabudesi.
Bence Türkan Şoray bayanlarda, Cüneyt Arkın ise erkeklerde Türk sinemasının gelmiş geçmiş en güzel, yakışıklı, karizma oyuncularıymışlar. Hollywood starları halt etmiş yanlarında. Türkan Şoray'daki gibi gözler, bakışlar, zerafet kimsede yok. Cüneyt Arkın desen ayrı hoş. Bir kere James Bond'da rol alsaydı yerini kimseler dolduramazdı bir daha.

Eski Türk filmleri. Tadı bir başka. Birbirine benzeyen hikayeler olsa da bunların büyüsü bir başka oluyor yahu. Kırk kere izlesen yine izlenir.
Bu filmlerin aslında kasetleri mevcut annemlerde ama bu devirde video ne gezer. İlk fırsatta sevdiğim, izlemekten bıkamadığım Yeşilçam filmlerinden bir arşiv oluşturacağım, mümkün olduğu kadar orjinal dvd'ler bulmaya çalışacağım. Biraz zor olacak gibime geliyor, göreceğiz artık.

16 Aralık 2008

Coştum bugün bir post daha

Neler mi yapıyorum?


Bir kitabı bitirmek bu kadar vaktimi almamıştı epeydir. E tabi her yere koşturursan her şeye fırsat bulamazsın.
Karar verdim, ben Ayşe Kulin'in kitaplarına bayılıyorum. Birbirinden farklı hikayeler, birbirinden farklı karakterlerler, hangi konuda olursa olsun büyük bir ustalıkla yazdığını düşünüyorum.
Fakat bu kitap bana bir numara büyük geldi. Hikaye güzel olmasına çok güzel ama arada sık sık eski Türkçeden terimler bulunuyor ve ben ki yeni Türkçe'ye anca alışmış biri olarak o kelimelerin ne anlama geldiğini düşünmekten bir türlü hikayenin akıcılığına ulaşamadım. Gerçi şimdi alıştım, önemli olan konuyu anlamak, detaylarda takılı kalmamak. Olaylar şu anda baya baya sürüklemeye başladı beni. Mehpare çocuğunu doğuracak mı, Kemal sağ salim geri dönecek mi? Behice hanım da hamile. Kızları nasıl bir tepki gösterecek acaba? Türkiye işgalden kurtulurken kimleri feda edecek... Azra hanım'a ne olacak?

Merak ediyorum, okumayı hızlandırmam lazım.


Bu aralar her yere yetişme çabasındayım. Uzun zamandır bitirmeyi hedeflediğim fakat bir türlü fırsat bulamadığım 1000 parçalı Puzzle'ım hüzünlü bir şekilde bitirilmeyi bekliyor.
Daha önce heves edip (hiç işimiz gücümüz yokmuş heralde) 3000 parçalı bir Puzzle almıştık. 4 ayda bitirdik, ben Puzzle yapmayı çok sevdiğim halde bitirinceye kadar çeşitli bunalımlar geçirdim ve sonrasında aman Puzzle mı tövbeler olsun dedim. Dedim demesine de bakın hiç sözümde durmuş muyum. Anladım ki bu da bir tür hastalık. Anne Geddes resimlerine hayran biri olarak 500 parçalı bebişli Puzzle almıştım. Bu da bir hafta dayanmadı bitti. Hevesimi tam alamayınca kalktım bunu aldım. Kaplanlı falan çok hoşuma gitti, gece de parlıyor.
Kaç ay oldu bu Puzzle'a başlayalı, kaç kişinin eli değdi (ortalıkta durursa tabi değer) Şimdi ise kaç parça eksik acaba merakıyla devam ediyorum. Bakalım bitirmek ne zamana nasip olacak ve kaç parça eksik çıkacak. Bu bitince ne alacağıma karar verdim bile. Uslanmam ben biliyorum.

Mim - Makyaj çantalarımızı açalım






Arkadaşım L@l beni geçen hafta mimlemişti ve bu defa benden makyaj çantamı boşaltmamı istedi. Ben de bu görevi seve seve yerine getirmek istiyorum.
Görüldüğü gibi bana makyaj çantası yetmediği için bir makyaj sepetim var. Bakmayın siz o kadar dolu göründüğüne. Yanılgıya düşüp beni boyalı kokona sanmayın, değilim çünkü... Makyaj malzemlerini çok severim ama fazla makyaj yapamam. Bazen içimden gelir şöööyle bir Türkan Şoray makyajı yapmak (kara kara iri gözler ve up uzun kirpikler) gelin görün ki bu hevesim her seferinde göz iltihabıyla son bulur. Önceden böyle bir problemim yoktu, bir senedir nereden çıktı anlamıyorum. Acaba sık sık değiştirdiğim rimel'lerden mi? Bundan bir kaç yıl önce hep aynı rimeli kullanırdım, Maybelline. Hiç birşeycik olmazdı. Şu son yıllarda canım Aşkım sağolsun iş yerine gelen, arkadaşının bu çok güzel, yeni çıktı ve çok kaliteli dediği ürünleri eve getire getire evde bir yığın malzeme oldu benim gözlerim de değişik markaların rimellerini kullanmaktan harap oldu... ühüüüü. Zaten fazla rimel kullanmam üstüne bir de böyle iltihaplanma oldu mu hiç kullanamıyorum. Kaderin cilvesi işte. Tabiki tek sebebi bu mudur değil midir bilemiyorum. Fakat bildiğim tek şey sık sık marka değiştirmemek. Sonuçta insanız yahu. Cildimizi yok şunu deneyeyim yok bunu deneyeyim derken harap etmeye ne gerek var. Memnunsan boşver yeni ürünleri kardeşim, kobay mısın sen?

Neyse, gelelim benim makyaj yaptığım günlerde kullandığım ürünlere. Daha önce Dermalogica ürünlerinden bahsetmiştim. Cildi yağlandırmadığı ve nefes almasını sağladığı için bu markanın Make up'ını ve nemlendiricisini kullanıyorum. Aynı zamanda yine Dermalogica'nın kırışık kremini kullanıyorum. Bu çok gülünç biliyorum. Cildimde henüz kırışık falan yok ama ben bu kremin kokusunu ve dokusunu çok seviyorum. Her zaman göz çevrem için kullanmıyorum, arada sırada dudaklarıma sürüyorum, yumuşacık oluyorlar.

Gelelim Cumartesi günü aldığım son rimele, bu defa Aşkıma getirtmedim, kendim aldım. Fırçası silikon. Markasını unuttum yahu. Sanırım 'Cover Girl' dü. Ya da L'oreal mıydı? Ay hiç emin değilim. Göz iltihabı nedeniyle henüz doyasıya kullanamadım. İyi olup olmadığını bu yüzden söyleyemicem. Bunu ilerleyen günlerde göreceğiz.

Bir de evde onlarca kardeşi bulunan dudak parlatıcım var, beyaz gibi görünüyor ama sürünce şeffaflaşıyor, yani gayet sade. Gün içersinde sık sık tazelemekten bunalıyorum. Bu yüzden çok ender kullanırım ve bu sebepten dolayı parlatıcılarım hiç bitmez, her çantadan çıkar bir tane. Bunun markası kesin Cover Girl. Eminim.

Ve gayet sade renkleri olan L'oreal göz farı (bundan da eminim, L'oreal).

Bunları günlük makyajımda kullanıyorum. Tabi sabahları uyku sersemliğim yoksa, vaktim ve hevesim varsa. Diğer günler sadece yüzümü yıkar çıkarım. Unutmazsam bir de nemlendirici sürerim. Bugün mesela sadece nemlendirici ve make up var yüzümde:-) Bravo bana.

Ben de sevgili Rahşan'ı ve Ferulago'yu mimlemek istiyorum kabul buyururlarsa:-)

L@l'ciğim senin makyaj çantanı merak etmedim sanma. Seni de mimliyorum:-) Sobelemişsin ama yazmamışsın senin cicileri:-)

Madagaskar 2 ile keyifli dakikalar





Dün akşam iş dönüşü Madagaskar 2'yi izleyelim dedik. Ne de iyi etmişiz, deşarj oldum resmen. Sinema zaten yol üstünde ve Pazartesi günleri fiyatlar daha uygun oluyor. Benim açlık krizimi geçirdikten sonra keyifli dakikalar başladı.
Madagaskar'ın ilk bölümünü de sinemada izlemiştik. Adamlar aynı atmosferi ikinci bölümde de yakalamışlar. Ben bu bölümü ilkine göre biraz daha duygusal buldum. Arkadaşlık dostluk her zaman ön plandaydı. İlk bölümle güzel bağlantılar yakalamışlar, bence izlemeyenler ilk bölümünü izlesin de gitsin 2'ye.

Hikaye dört arkadaş'ın (aslan, zebra, su aygırı ve zürafa) New York hayvanat bahçesinden kaçmasıyla başlıyor...

Böyle kaliteli çizgi filmler artık sadece çocukları değil büyükleri de aynı şekilde etkiliyor. ICE AGE 3'ü sabırsızlıkla bekliyorummm.

Ah çocuk olmak ne güzelll!

11 Aralık 2008

Çok sevdim, lütfen devam etsin!!!

Ben normal şartlarda dizi takip eden, edebilen birisi değilim. "Ah birazdan dizim başlicak" çayımı demliyim, çekirdeğimi alayım oturup bir güzel dizi keyfi yapayım triplerine giremiyorum. Keyif aldığım dizi sayısı yok denilecek kadar az. Hatta yok. Yapmacık zengin aile, süslü püslü boyalı hatunlar, bazısı fakir olur fakat aynı elbiseyi iki defa üst üste giymez... yok mafyasıdır, polisidir, doktorudur, aşiretidir bilmem nesidir bana itici geliyor.

Bazen olur çok sevdiğim bir dizi yayına başlar, beğenmişimdir, bağrıma basmışımdır ama gözü kör olası zaman herşeye yetmiyordur, keyif yapmama da böylelikle fırsat vermiyordur... Ya da dizi olağanüstü ratingler kırmadığı için yayından kaldırılıyordur. Böyle bir kısır döngü söz konusu yani.

Her diziyi takip edemem ben. Karakterler, oyuncular ve senaryo çok samimi gelmesi lazım bana. Gerçekçi olması lazım. Beni memleketimin sıcak insanlarıyla buluşturması lazım. Ama abartıya kaçmaması lazım.

Ben bu samimiyeti Canım Ailem dizisinde rol alan usta oyuncu Uğur Yücel (Samim), işte ben buyum diyen Şebnem Bozoklu (Meliha) ve tabiki tabiki kiiiim...? Bende uzun zamandır çok yakın bir dostummuş hissi uyandıran Ezgi Mola (Feride) da gördüm!!! Ve senaristten tek ricam, lütfen konuyu dandirikleştirmeyin! Çorba gibi bulandırmayın. Bu kadar güzel oyuncuları bir araya toplamışken, ele fırsat geçmişken, herkes sıcak bir aile dizisi arayışı içerisindeyken oturun güzel güzel senaryolar hazırlayın. Beni deli etmeyin, kafamın tasını attırmayın. Ben Meliha ablama bayıldım, beni onun repliklerinden mahrum etmeyin. Feride zaten benim yakın dostum gibidir, beni ondan uzak tutmayın. Adam gibi birşeyler yapın senaryo sorununuz olursa beni arayın... (Bu açık mektup gibi oldu, bu kadar yazmışken atv'ye de bir mail atayım tam olsun) .

İşte böyle, bazen kendimi kaptırıveriyorum. Ne olmuş ki haftanın bir günü de ben mutlu mutlu, keyif yapa yapa bir tanecik dizi izlesem?


8 Aralık 2008

Apocalypto'yu hatırlattı


Pazar günü toplandık ve "yaşasın nihayet doğru düzgün bir türk filmi geldiii" şeklindeki sevinç çığlıklarıyla A.R.O.G.'u izlemeye gittik.
Sonuç - hüsran.
Bu sene ki Avrupa şampiyonasından bir hayli malzeme çıkartılıp, bir çok filme zırt pırt gönderme yapılıp, küfür etmeyeyim diye kasım kasım kasılıp üstüne bu konuyla ilgili bir gönderme daha yapılıp, film ha şimdi başladı ha şimdi başlayacak derken bitirilp seyirciler hüzünlendilirilmiştir.
Bu bizim beş kişilik fikrimiz.
Ayrıca senaryoya bu kadar abeslik katılmaz ki canım. Misal: Sen viagra'yı yanlışlıkla at ağzına, azgın azgın dolaş ortalıkta (buraya kadar neyse), karı bulamayınca da al maymunu götür (oha-çüş-brsss).
"N'olcak canım bu kadar ciddiye alma, komedi filmi bu" diyenlere sözüm: Kardeş çocuk soruyo! Ne diyim? Maymunla gezmeye mi gitti diyim? İnsanlar bunu niye komik buluyor o zaman? derse ne diyim? (yaş sınırlaması yok ki).
Film boyu küfretseydi bundan iyiydi dedirtti bu olay bana.
Dost acı söyler Cem abi, cık cık cık olmamış! Sana Özkan Uğur’dan asıl anlamı daha çok A.R.O.G.’a cuk diye oturan “Olduramadım” şarkısını armağan etmek istiyorum (Ama kopuktu kopuktu zincir...)

Bu film hakkında daha fazla yorum yapmadan asıl anlatmak istediğime geçeyim.
A.R.O.G.’la giriş yapma sebebim ise, izlerken bu filme de bir gönderme yaparak, uzun zamandır anlatmak istediğimi hatırlatması.

Apocalypto.
Bu film insanı içine çekiyor resmen. Sürükleyip gidiyor. Ben o kadar kaptırmıştım ki kendimi, öyle bir gerilmiştim ki, film bittikten sonra yorgun düştüm.
Mel Gibson'ın yapımcılığında ve senaryosunda katkısının bulunduğu, yönetmenliğini ise tek başına üstlendiği bu film Maya halkından bahsediyor.

Konu şöyle bir soru ile özetlenebilir: Sevdiklerinin hayatı senin hayatına bağlıysa ne yaparsın?

Köyünü basmışlar, eşine dostuna eziyet edip gözünün önünde öldürmüşler, bazılarını pazarda satmak için, kimilerini ise kuraklık sebebiyle kurban etmek üzere esir almışlar ve bu esirlerin içinde sen de varsın. Doğurmak üzere olan karını ve üç dört yaşlarında ki oğlunu düşmanlardan korumak için bir kuyuya saklamayı başarmışsın, onlara geri döneceğine dair söz vermişsin (dönmezsen kuyudan çıkamayacaklar)... ve film burada başlıyor!
Ben kalbi olanlar izlemesin diyorum, çok heyecanlı, bazen mide bulandırıcı ama güzel ve kaliteli.

6 Aralık 2008

Bayram sevinci ve güzel bir hikaye

Vaktiyle birbirini çok seven iki kardeş varmış.

Büyüğü Halil.

Küçüğü ise İbrahim...

Halil, evli çocuklu.

İbrahim ise bekârmış...

Ortak bir tarlaları varmış iki kardeşin...

Ne mahsul çıkarsa, iki pay ederlermiş.

Bununla geçinip giderlermiş...

Bir yıl, yine harman yapmışlar buğdayı.

İkiye ayırmışlar.

İş kalmış taşımaya.

Halil, bir teklif yapmış:

İbrahim kardeşim; Ben gidip çuvalları getireyim. Sen buğdayı bekle.

Peki, abi demiş İbrahim...

Ve Halil gitmiş çuval getirmeye... .

O gidince, düşünmüş İbrahim:

Abim evli, çocuklu. Daha çok buğday lazım onun evine

Böyle demiş ve

Kendi payından bir miktar atmış onunkine...

Az sonra Halil çıkagelmiş.

Haydi İbrahim. Demiş, önce sen doldur da taşı ambara.

Peki abi.

İbrahim, kendi yığınından bir çuval doldurup düşer yola.

O gidince, Halil düşünür bu defa:

Der ki:

Çok şükür, ben evliyim, kurulu bir düzenim de var.

Ama kardeşim bekâr.

O daha çalışıp, para biriktirecek. Ev kurup evlenecek.

Böyle düşünerek,

Kendi payından atar onunkine birkaç kürek.

Velhasıl, biri gittiğinde, öbürü, kendi payından atar onunkine.

Bu, böyle sürüp gider.

Ama birbirlerinden habersizdirler.

Nihayet akşam olur.

Karanlık basar.

Görürler ki, bitmiyor buğdaylar.

Hatta azalmıyor bile.

Hak teala bu hali çok beğenir.

Buğdaylarına bir bereket verir, bir bereket verir ki...

Günlerce taşır iki kardeş, bitiremezler.

Şaşarlar bu işe...

Aksine çoğalır buğdayları.

Dolar taşar ambarları.

Bugün ‘Bereket' denilince, bu kardeşler akla gelir.
Bu bereketin adı: Halil İbrahim bereketidir.
EVİNİZE VE HAYATINIZA HALİL İBRAHİM BEREKETİ ve MUTLU BAYRAMLAR DİLERİM.

4 Aralık 2008

Mutluluğun diğer adı

Aile(m)
Sığındığım tek liman
Başka söze gerek yok









Yer : Lugano / Tessin
Tarih : 16 / 11 / 2008
Konu : Mutluluk
Mesaj : Sizi Seviyorum

3 Aralık 2008

Mim / Takıntılarımız



Geçenlerde sevgili L@l'ciğim bu konu hakkında beni mimlemişti. Kendisine teşekkür ediyorum. Hafta sonu kendimi gözlemledim biraz, takıntılarım olmadığını düşünüyordum ama varmış bende de bir takım tuhaflıklar. Aralarında beni korkutanlar da oldu „Aman Yarabbiii bu ben miyim?” dedim:-) Benimkiler takıntıdan çok garip huylar gibi geldi bana. Bazılarından vazgeçsem kendi sağlığım açısından iyi olur heralde:-)

Sınıflandırılabilecek kadar çok takıntım varmış ta haberim yokmuş:

Kıyafet/Alışveriş
Kıyafet deneme korkusuna beğendiklerimi denemeden alır, evde rahaaat rahat denerim olmazsa aynen geri iade ederim. Kesinlikle kabin sırası beklemeyi sevmem. Ama genelde üzerime neyin oturacağını karşıdan bakmayla bilirim.

Bazı kıyafetleri dar alırım (eğer kendi bedenim kalmamışsa ve çok beğenmişsem), giyebilmek için hırs yapıp kilo veririm belki diye ama dolap bekletirim sonra. Hani tersini yapıp bol alsam canım yanmaz, bir gün elbet lazım olur:-)

Geçen Cumartesi çizme manyağı olduğumu keşfettim, anladımki bana her renkte çizme lazım. Şu anda bir gri, 3 siyah, bir beyaz, bir kahverengi, bir koyu bej çizmelerim var – sırada istediğim ise kırmızıııı, mor olsa da güzel olur (hakkatten manyağım haa)

Evde terlik giymeyi hiç sevmem (geçenlerde heves edip aldım ama en fazla 5 dk dayanıyor ayağımda) Hele azıcık topukluysa hiç hiç sevmem. Bir de misafirlikte tuttururlar illa terlik giy diye, buna da ayrıyeten sinir olurum, sebebi var tabi – kıyafetlerime uymaz ve genelde topukludurlar.

Yemek
Buzlu dondurmaları ısırarak yemem lazım – başka türlü tadına varamam ve canım kar kış farketmeden her daim dondurma çeker.

Yaptığım bir yemeği beğenmediysem kimselere yedirmeden hemen ikincisini yaparım, olmayanı daha sonra kendim yerim.

Sabahları mideme mutlaka ama mutlaka birşey indirmem lazım, bir lokma da olsa. Bu gayet normal diyenler olabilir ama birşey derken bu herşey olabilir (varsa çiğköfte, varsa mercimekli köfte, turşu, çikolata, patates salatası, pilav, soğuk yenilebilen ne varsa:-) maksat birşey yemiş olmak. Pis boğazım biliyorum.

Diğer acayipliklerim
Temizlerken kirpiklerim dökülür korkusuna rimel kullanmam. Ancak özel günler ve davetlerde.

Araba kullanırken dikiz aynasına bakmaktan acayip tırsarım, hele karanlıkta (korku filmleri sayesinde).

Küpeler günde en az bir kere çıkartılıp kulak memesi, küpe temizlenmeli.

Ortalıkta gelişigüzel bırakılmış eşyaları göz önünden kaldırmak için yine gelişigüzel dolaplara tıkıştırırım. Önemli olan ortalık dağınık durmasın… (Dolaplarım bu yüzden pek düzenli değildir. Sonra aradığımı da bazen şans eseri bulursam bulurum.)

Diğer takıntılarımdan biri ise evdeki bitkilerim. Her ne kadar özenle baksamda, agucuk etsemde, sevsemde, onların yanında pozitif olmaya çalışsamda bazıları bir türlü canlı durmuyor… Hele bir de pms dönemimdeysem „çiçekler bile beni sevmioooo, kimse beni sevmiooo“ moduna girerim.

Beğenmediğim, daha doğrusu kırık/çatallaşmış olan saç tellerimi yanımda saç için aldığım makasım yoksa tek tek yolarım, hiç acımam (korkunç bir durum biliyorum).

Müzik dünyasındaki takıntım ise, kalın ses tonu olan bayan sanatçılar, misal: Işın Karaca, Sezen Aksu, Ebru Gündeş, Funda Arar, Tony Braxton vs. Bunların ses tonlarını karizmatik bulurum, çok hoşuma gider. Şarıkları da güzelse mest ola ola dinlerim. Taktım bunlara gidiyorum…

Bir de Türkçe’yi düzgün kullanma takıntım var. Yurtdışında yetiştiğimden midir nedendir, anadilimi en iyi şekilde kullanmak için kendimi fena kasıyorum. En azından imla hatası yapmamak için Türk Dil Kurumu ve sözlükler en yakın dostlarımdır. Yani elimden gelenin en iyisini yapmak için çok uğraşıyorum. Buna sebep ise sağolsun memleketteki esnaflardır, ağzımı açtığım an “Almanyalı mısın” sorusu gelir. Bu duruma fitilim abi fitil!

Sanırım bu kadar:-) ve kimseyi mimlemiyorum bu defa.

1 Aralık 2008

Orhan Ölmez



Bu hafta sonu romantik şarkılarıyla ünlü Orhan Ölmez'i yakından tanıma fırsatı bulduk. Oturup çay içmedik tabi ama canlı performansıyla bizlere güzel bir Cumartesi akşamı yaşattı. Bizlere derken Yadeller derneği üyelerinden bahsediyorum. Bu dernek yaklaşık 9 sene önce İsviçre'deki gurbetçi gençleri tarafından kurulmuştu. Derneğin amacı İsviçre'de yaşayan Kumavşarlı (köyümüz) ve diğer Türk vatandaşlar arasında dostluk ve birlik bağlarını sağlamak. Bu nedenle her yıl geleneksel Yadeller eğlencesi düzenlenir.

Bu yıl ki konuk sanatçımız Orhan Ölmez'di. Kendisini zaten beğenerek dinliyordum. Bu kadar sempatik, alçak gönüllü ve mütevazi olduğunu gördükten sonra daha da beğenerek dinleyeceğim.
Bizlere repertuarının sadece ve sadece romantik aşk şarkılarından oluşmadığını göstererek yerimizden hop hoplattı zıp zıplattı, kurtlarımızı dökmeye yardımcı oldu:-) Onu tanıyanların bir çoğu genç kızlardı:-) Fakat dediğim gibi güzel sesiyle ve orkestrasıyla her yöreden bir türkü söyleyerek her yaş grubuna hitab etmeyi başardı o gece.

İsviçre'ye ilk defa gelmiş, inşallah beğenmiştir ve onu buralarda son görüşümüz olmaz.
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...