31 Ekim 2012

Schloss Hallwyl odaları

Schloss Hallwyl, yani Hallwyl Sarayı 12. yüyyılda Hallwyl Beyleri (Herren von Hallwyl) tarafından yaptırılıp, 19. yüzyılın sonuna kadar kullanılmıştır.

1900 yıllarının başında yaklaşık 30 yıldır kullanılmayan bu saray hala aynı ailenin elinde olup, 1910 yılında restorasyondan geçer ve yarım kalan yeni gotik stilinden orta çağ stiline geri döndürülür. 1925 yılında eşi ölen Wilhelmina von Hallwyl "Hallwil vakfı"nı kurduktan sonra sarayı ziyarete açık hale getirir.

Ancak 1994 yılında Aargau Kanton'una bağışlanır bu "Hallwyl" ailesinden kalan saray. 1997 - 2004 yılları arası yeniden büyük bir restroasyondan geçerek müze haline getirilir.

bu tarz sobaları seviyorum







salon







30 Ekim 2012

28 sene önce bugün


doğmuşuuum. 

geçen sene 27 yi böyle kutladım,
güzel bir son bahar Pazar'ı yakınımızda bulunan Schloss Hallwyl'i, yani Hallwil sarayını gezerek.




Sarayın bir tarafında göl var ve bu gölden gelen Aabach deresinin üzerindeki adacıklara kurulmuş.








Anılarımdır en güzel hediyelerim.



içeriden çekilmiş fotoğraflarla yazının devamı gelecek.

29 Ekim 2012

Cumhuriyet ve izledigim filmler

Son günlerde bir taraftan işlerimi (el işleri) hallederken diğer taraftan film izledim. Bilinçli seçilmiş filmler değildi bunlar. Ne izlemek istediğimi bilmiyordum, bu yüzden gözüm o an sağ frame'de (yutub) hangisine takıldıysa ona tıkladım ve izlemeye daha doğrusu dinlemeye başladım.

Filmleri kafamda sıralamaya çalıştım ve dikkatimi çeken şey ise Cumhuriyet öncesi ve sonrası, Cumhuriyet'le ilgili filmler olduğuydu.

 2 gün içinde bunları izlemişim:


Veda, Atatürk'ün yaveri, en yakın dostu, çocukluk arkadaşı Salih Bozok'un beraber geçirdikleri yılları, hikayelerini anlattığı bir film.



Ata Demirer'e olan sempatim olmasa katlanamazdım heralde, ve kesinlikle komedi değil.
Gani Müjde'nin ne anlatmak istediğini anlamadım. Pek yorum yapamayacağım.



Dedemin insanlarını daha önce izlemediğime pişman oldum!
Sanırım hüzünleneceğimi bildiğim için geciktirdim.
Bir daha izlemeliyim ama el işi yaparken değil, oturup, adam akıllı izlemeliyim.
Gerçek bir hikayeyi anlatıyor.


Cumhuriyetimizin 89. yılı kutlu olsun!!!


26 Ekim 2012

Bolvadin'de bir sokak - Afyon

3 haftalık tatilimizin bir gününü de Bolvadin'e ayırmıştık. Uzun zamandır sözümüz vardı tanıdıklarımıza, Bayram'ın 3. gününe denk gelince bayramlaşma şansımız da oldu.

Çok tarihi çok güzel bir yer olmasına rağmen zamanımız kısıtlı olunca pek gezemedik, ben sadece bulunduğumuz sokağın, bir başına, bir sonuna gide gele, bir kaç kare yakalayabildim ve böylece Kasaplar sokağını da tanıtmış bulunmaktayım :)

Bolvadin Anadolu'nun en eski yerleşim birimlerinden bir tanesi ve bu sebepten bir çok yerde, tarihi yapılarla karşılaşmak mümkün. Bir dahaki sefere, tüm sokaklarını, camilerini, Eber gölünü, kaplıcalarını görmek, kaymağını da yemek isteriz ;)







Çarşı camii - Bolvadin

25 Ekim 2012

Bayramınız kutlu olsunnnn!!!

Geçen Bayram'da telefonuma takılanlar...




anneanne evindeki nostaljık çerçeve.
ilk torun ortada, sağda annem, solda dedem, yukarda dayılarım,
ve yukarda ortada annem ilk yeğeniyle...
hey gidi günler!

tatlı niyetine kavun karpuz!!! Ahh olsa da yesek!


Hayırlı bereketli gönlünüzün dilediğiği gibi Bayramlarınız olsun!!!


24 Ekim 2012

Ve tatil biter - son gün Antalya ve dönüş


Antalya gözüme hiç bu kadar güzel görünmemişti. Belki de iyi geçen tatilden sonra eve dönmeyi hiç istemediğim içindi.

Tarihi sokakları ve Kaleiçi'ni gezdik doya doya.




   






Çok zor geldi İsviçre'ye dönmek, öyle böyle değil!
Üç haftada anca adapte olabildim normal yaşantıma. Hatta tası tarağı toplayım, memlekete yerleşesim geldi o derece ! 

veee bundan sonra tatilin başka türlüsünü istemem gayrı, çok kilometreli bol gezmeli olucek!!!

=))





23 Ekim 2012

Çıralı ve Yanartaşlara giden orman yolu

Bunlar son deniz manzaralarım. Biliyorum, bu hazan mevsiminde bir dolu deniz fotoğrafıyla bunalttım ama yıl içinde, buz gibi havalarda, bir dahaki yaz tatiline kadar bunlarla avunacağım, bunlarla içimi ısıtacağım :) Bu yüzden sıktıysam affola.

Çıralı'ya gitmeden önce sık sık televizyonda duymaya başlamıştım adını. Likya yolunu ve Likya yolu üzerindeki yerleri. Koruma altında olan Caretta Carettaların üreme alanıymış, ve bu, denizinin, sahilinin temiz olduğunun en önemli göstergesi. 

Bu aylar yumurtaların çatlama aylarıymış aslında ama biz her ne kadar dikkatlice etrafı gözledikse de bir şey göremedik. O minik kaplumbağaların yumurtalarından çıkıp, denize varışına tanıklık edebilmek başlı başına bir mucize zaten.

Çıralı genelde genç kampçıların ve sırt çantalı tatilcilerin tercih ettiği bir yermiş. Biz aşağıdaki gibi etrafta tavukların gıdakladığı, horozların öttüğü bir köy evinde kaldık. Ortam güzeldi, çok beğenmiştim ama pansiyon sahipleri pek içime sinmemişti. Bir geceliğine kaldığımız yerde bunun pek bir önemi yoktu.









Ertesi sabah yaklaşık 800 metrelik bir dağ yolunu tırmanarak Yanartaşlara çıktık. Çık çık bitmiyor o merdivenler ve bizi ne beklediğini de tam olarak kestiremiyoruz.

Yolun sonlarına doğru yaklaşmışız, karşıdan bir aile geliyor, bir de afacan çocukları var, durmadan "sakın gelmeyin" diyor. Önce dinlemedim pek, ısrarla tekrarlayınca baktım çocuğa, bize mi diyorsun? dedim =) o da evet cevabını verdi - neden? diye sordum - çünkü yılan var, diye bizi uyardı =) bu yılan muhabbetini yol boyunca inen başka kişilerden de duymuştum. Çocuğa verdiğim cevap: iyi ya işte, ne güzel ızgara yapar yeriz, şeklinde olsa da şu aşağıda çekilen fotoğraflarda öteki elimde koca bir taş vardı, ne olur ne olmaz ! =)



Hiç sönmeyen ateş fotoğraflarda fazla belli olmuyor... bir sürü farklı noktada taşların arasından süzülen alevler vardı.


En çok üzüldüğüm şeyse etraftaki pet şişeler, pişirilen sucukların paketleri...
Pisliğini çöp kutularına atmayı bilmeyen değil tatile sokağa bile çıkmasın bence, bu konuda çok hassasım gerçekten, doğada çöp görünce içim acıyor resmen.




Çıralıdan bu kadar...


Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...