27 Şubat 2009

Hayalperest realist

Hayallerim vardı benim,
dile getirdiğim.
Hayalimin içinde yeşil vardı, mavi vardı, sanki turkuaz bir sevdaydı.
Dizelere dökmüştüm hayalimdeki yolculuğu.
Sevgilimle çıkmıştım yola.
Diyorduk Akdeniz biz geldik MERHABA!
Önce Antalya'nın o büyülü şelalelerini gezmiştik doyasıya.
Düden, Kurşunlu, Manavgat...
Evet
Oralara kadar varmışken Side'ye gidiyorduk Manavgat uğruna.
Daha önce hiç görmemişim gibi sevinç çığlıkları içinde izliyordum akan suları.
Sanki yüreğime akıyordu o şeffaf damlacıklar.
Temizliyordu adeta kalbimdeki olumsuz duyguları. Yok ediyordu...
Şelalelerin büyüsünden zar zor uyanıp devam ediyorduk yolumuza.
Belek, Konyaaltı derken varıyorduk çakıl taşlarına, berrak sularına sevdalandığım Kemer kıyılarına.
Aldırmadan güneşin kızgınlığına.
Omuzlarımız yanıyormuş kimin umurunda.
Bilen bilir Kekova'nın efsunlu havasını
Yeşilimsi berrak suların içine gömülen taşlar, mezarlar...
Bir insanı neden etkiler ki bu kadar?
Oturup dinlesen sanki birşey anlatacaklar.
Mavi sulara olan aşklarından bahsedecekmiş gibi duran taşlar.
Akdeniz bu, hangi kıyısına gitsen yeşili ve mavisiyle kucaklıyor insanı.
Yollarda gördüğün pembe zakkumlarıyla evet doğru yerdeyim dedirtiyor adeta.
Takip ederken onları varıyorduk Fethiye Ölüdeniz'e.
Çıkıyorduk Babadağa.
Açıyorduk kollarımızı ve atlıyorduk paraşütle.
Hiç uyanmak istemediğimiz bir rüya gibiydi mavi deniz, yeşil yamaçlar ve bembeyaz kumlarıyla bizi bekleyen sahil.
Ölüdeniz'in dinginliğinde dinlenmiş olmanın verdiği huzurla devam ediyorduk maceramıza.

Yollarda verdiğimiz molalarda kavakların altında serinlerken,
Bir yandan da gözlemelere, ayranlara, soğuk karpuzlara doyuyorduk.

Böyleydi işte bu hayal.
Bizi ta Dalamandan tutup Marmaris üzerinden Datça'ya kadar götürüyordu.
Doyum olur muydu hiç yeşile maviye ruhumuzu ısıtan güneşe.
Eklenmeliydi buna beyaz badanalı düz tavanlı evler.
ve ekleniyordu
Geçiyorduk tahtasının her yanına buram buram tuz kokusu işlemiş tekneyle Gökova körfezinden.
Yine açıyorduk kollarımızı - Egenin mavi suları kucakla bizi dercesine.
İşliyorduk doğanın bize armağan ettiği her güzel manzarayı zihnimize.
Derin derin işliyorduk.
O da ne ışıltılı bir liman, bir kule mi görünmüştü karşı tarafta.
Evet evet.
Herkesin çılgın olarak bildiği halbuki o kendi sessizliğini içinde saklayan Bodrum limanı selamlamıştı bizi.
Vardığımız son nokta değildi bu.
Mavinin her tonuyla kucaklaştığımız bir hayaldi.
Dizelere döktüğüm.
Görmeye sarmaya doyamadığım Akdeniz Ege arasında gidip gelen bir yüreğin hayaliydi bu bir çırpıda silinen ve şimdi yine yeniden ve her zaman var olan bir hayal.
Hiç bitmeyecek olan bir hayal.
Çok istersem gerçek olur belki.
Çok istiyorum!








26 Şubat 2009

Mevsimler gibi...


Bazılarınızın bu blog'dan haberi vardır. Bir de haberi olmayanlar ve astroloji'yi merak edenler için buyrun gezin görün merakınızı giderin derim.

Mevsimler Gibi'nin sahibi çoğumuzun tanıdığı nam-ı diğer Çilekli Süt. Kendisi falcı büyücü medyum falan değildir. Bildiğimiz Çilekli Süt'tür işte:-) yaptığı şey analizlerdir öyle gelmişine geçmişine falan bakmaz=)

Kendisi bu blogu Astroloji Burçlar, gezegenler, Sinastri (Burç/Aşk/İlişki uyumu) ve doğum haritası analizleri üzerine farklı bir blog diye tanımlamış.

Astrolojiye merakım hep olmuştur ama bildiğim tek şey burcumun Akrep yükselenimin İkizler olması bundan öteye geçemedi bildiğim. Yükselen burcu nedir, sinastri nedir merak ediyorsanız şöyle alayım sizi.

Doğum haritasından bir örnek:


Çilekli Süt'üm affına sığınarak bu analizi google'den arakladım.
çok afedersin=)

25 Şubat 2009

Turkuaz sevdam Fossil'le depreşti

Ben bu rengi küçüklüğümden beri severim
İlk mürekkep kalemim turkazdı...

Bunları görünce daha çok sevdim sanki!!!!


Fossil'in takılarını çok beğeniyorum ben!
Her zevke göre birşeyler oluyor!
En sevdiğim yanı ise fiyatlarının uçuk olmaması...



Ben burada kalkın bunlardan alın diye reklam yapmıyorum tabiki.
Bazı arkadaşlara takı yapımında ilham kaynağı olabilecek şeyler de var.
Bir bakın görün, ben çok beğendim - ya siz?

24 Şubat 2009

2 duygu yüklü birbirinden farklı belgesel


Geçenlerde bloguma penguen fotoğrafı koyunca arkadaşım bana bu filmi getirdi. Uzun zamandır dikkatimi çekiyordu da bir türlü zaman ayırıp ilgilenmedim. Tabi arkadaşta her türlü film bulunduğundan hemen dvd'yi kaptı geldi.

Yönetmenliğini Luc Jacquet'in üstlendiği 2005 Fransız yapımı bu film, 2006 yılında en iyi belgesel filmi ödülüne layık görülmüş.

Her zaman gördüğümüz belgesellerden çok farklı. Bu sevimli hayvanların yolculuk hikayesi (Türkçe: İmparatorun yolculuğu) anne penguen, baba penguen ve bebek penguenin ağzından anlatılarak farklı bir biçimde sunulmuş seyirciye. Doğanın acımasızlığına göğüs gererken birbirlerine sımsıkı kenetlenen bu hayvanlar örnek olacak cinsten.

Mutluluğu, aşkı, hüzünü ve heyecanı barındırıyor bu film. Bir yandan yürek burksa da diğer taraftan içini ısıtıyor o buzullara inat. Bir çok kişinin izlemiş olabileceğini düşünsem de arada benim gibi fırsat bulup izleyemeyenlere tavsiye ederim.


Bu filme gelince, arkadaşım bunu diğerinin yanında getirmiş ve bu da izlemeye değer ilginç bir belgesel (Türkçe: Ağlayan devenin öyküsü). Benim bu filmden hiç haberim olmamıştı bugüne kadar ve iyiki de izlemişim diyorum şimdi.

Film 2003 yılında aslen Moğol olan Byambasuren Davaa ve italyan yönetmen Luigi Falorni ile birlikte çekilmiş. Moğol-Alman yapımı bu film 2005 yılında bir çok ödülün yanında en iyi belgesel ödülünü de almış. Yaşanan öykü gerçek ve Moğolistan'ın Gobi çölünde kaydedilmiş.

Çölün ortasında yaşayan göçebe bir ailenin yaşantısını ele alan bu hikaye aslında zor şartlarda doğurduğu yavrusunu kabul etmeyen bir devenin gözyaşlarını anlatır. Film çok ağır ilerlemesine rağmen sonunda ne olacağı merakıyla sarıp sarmalar insanı. Bu sevimli ailenin tek çabası deveye yavrusunu kabul ettirmek olur ve bunu son çare olarak yüreğin taa derinliklerine kadar işleyen hisli bir türküyle yapmaya çalışırlar...

23 Şubat 2009

Tek hece


Var mı beni içinizde tanıyan
Yaşanmadan çözülmeyen sır benim
Kalmasa da şöhretimi duymayan
Kimliğimi tarif etmek zor benim

Kimsesizim; hısmım da yok hasmım da
Görünmezim; cismim de yok resmim de
Dil üzmezim; tek hece var ismimde
Barınağım gönül denen yer benim

Bülbül benim lisanımla ötüştü
Bir gül için can evinden tutuştu
Yüreğine toroslardan çığ düştü
Yangınımı söndürmedi kar benim

Niceler sultandı kraldı şahtı
Benimle değişti talihi bahtı
Yerle bir eyledim taç ile tahtı
Akıl almaz hünerlerim var benim

Kamil iken cahil ettim alimi
Vahşi iken yahşi ettim zalimi
Yavuz iken zebun ettim Selimi
Her oyunu bozan gizli zor benim

İlahimle Mevlana'yı döndürdüm
Yunusumla öfkeleri dindirdim
Günahımla çok ocaklar söndürdüm
Mevla'danım hayır benim şer benim

Sebep bazı Leyla bazı Şirin'di
Hatırım için yüce dağlar delindi
Bilek gücüm Ferhat ile bilindi
Kuvvet benim, kudret benim fer benim

Yeryüzünde ben ürettim veremi
Lokman hekim bulamadı çaremi
Aslı için kül eyledim Keremi
İbrahim'in atıldığı kor benim

Benim adım AŞK...


Orhan Gencebay

18 Şubat 2009

Bu aralar


çok yorgunum bu aralar

çok koşmuş gibi

niye böyle oluyor ki

çekiliyorum kabuğuma

dinlendirmeliyim zihnimi

çok düşünmüş gibi

17 Şubat 2009

İzlemezsem çatlayacam listesi

Bu filmlerin bir kısmını izleyemiyorum, bir kısmını çeşitli nedenlerden dolayı izleyemedim fakat hepsini can-ı gönülden izlemek istiyorum!!!















Bunlar ilk aklıma gelenler


Bünyeme biraz romantizm, biraz dramatizm ve bir tutam komedizm lazım! Durumum acil!


16 Şubat 2009

Temizlik yaparken...



...ya da dolabı, çekmeceleri veya çantalarınızın içini düzeltirken siz siz olun neyi nereye koyduğunuzu bir kenara yazın.

Sonra benim gibi iki saat birşeyi aramayın.

Şu an ne aradığıma gelince:

Gözlük kutumu arıyorum. Kendisine en son nerede ve ne zaman rastlanıldığına dair bir ip ucu yok. Kudurmak üzereyim. Çok şükür gözlük lazım değil şu anda, bu yüzden aramıyorum. Bana lazım olan şey kutusu. Aranızda neden? diye soranlarınız varsa onu da hemen cevaplayayım - gözlük kutusunun içine usb-stick'imi koymuştum asıl onu arıyorum (sanırmı onun içindeydi). Peki onun orada ne işi var diyenlere sözüm çantanın içinde kaybolmasın diye oraya koydum. Çantalara bakıyorum gözlük kutusu yok, stick yok. Çekmecelere baktım yine yok. Ev toplanınca kaybolan eşyalar adında bir liste hazırlasam uzar da uzar heralde.

Peki stick nerde, gözlük kutusunda, gözlük kutusu nerde? sanırım suya düştü, inek içti, dağa kaçtı falan... offff!

Neyse moralimi bozmuyorum, aramaya devam. En umulmadık anda ortaya çıkacağından eminim. Geçenlerde de minik dikiş kutusunu aramıştım yatağımın başucundaymış - ne işi varsa artık orada:-D

Bu yaşımda böyleysem yaşlanınca vay halime.

Not: Fotoğraf ne alaka diyenlere kısa bir açıklama yapayım da tam olsun, bundan 4 sene önce Aşkım'ın Güney Afrika Capetown'da görüntülemiş olduğu şirin penguenler. Bir değişiklik olsun istedim.

Kar yağışı...



Buralarda ara ara kar yağışı devam etmekte. Bir çok insana bıkkınlık vermiş olsa da ben tadını çıkarmaya bakıyorum.

Hâlâ daha bol tarçınlı sıcacık salepler içebiliriz!

Sıcacık çaylarlarla içimizi ısıtabiliriz!

Portakalların tadını çıkarabiliriz!

En sevdiğimiz hırkaları çizmeleri doya doya giyebiliriz!

Birbirimizi ısıtmak için sımsıkı sarılabiliriz!

Pencereden bakınca bembeyaz örtünün güzelliğine hayran kalabiliriz!

Kısaca yaz aylarında özleyecek olduğumuz ne varsa hala tadını çıkarabiliriz!



Kış böyle soğuk ve karlı geçtikçe daha güzel bir yaz olacağı ümidi doluyor içime.

Seviniyorum.

12 Şubat 2009

7 ile sınırlı kalamaz





Sevgili Arkadaşım L@L in-out beni bu ödüle layık görmüş. Çok teşekkür ederim canım benim! Bilesinki ben de seni severek, beğenerek takip ediyorum ve
I LOVE YOUR BLOG TOO!!!

Sağ tarafta görüldüğü üzere tıklamadan geçemediğim bloglar var. Şimdi ben bunları beğenmişim sıralamışım oraya. Arasından nasıl 7 tane seçip sıralayayım? vicdan azabı çekerim mazallah! Bir de kuralları varmış:

1. Seni ödüllendiren blog yazarının linkini vermek (ohoo verdim bile)

2. Bu ödülü başka 7 blog sahibine linklerini vererek göndermek (işte buna nanik yaparım)

3. Seçilen blog yazarlarını durumdan haberdar etmek (hay hay!!)

"Gülüm" kelimesini çok seven, samimiyeti ve içtenliğiyle:
Yeniden Doğmak

Adım adım hayatını anlatan üstelik azmine hayran olduğum:
Ferulago

Kocaman yüreğinde herkes için ayrı ayrı bir yeri olan:
MoonSun

Tatlılığı ve şirinliğiyle sempati duyduğum, neşe dolu yazılarıyla:
Pammuk

Kurabiyesi ve Göbüşüyle insanı hayata dair gülümsetmesiyle:
Meripoint

Kendisi soğuk yerde ama kalbi sımsıcak olan:
Haydins

Hiç te bilinçiz karalamayan, taktir ettiğim:
T.U.B.A

Reggae bile yapabilmesinden:o) hoşlandığım çeşitli ilgi alanlarına sahip:
Burcu SezeR

Hem asabi hem tatlı olabilmesini sevdiğim, engin bilgisine hayran olduğum:
Çilekli Süt

Onu gizemli kılan sessizliğini ve ummadığım anda görünmesiyle sevdiğim:
Zamandan Sızan

Moda ile ilgili nerede ne var denilince akan suları durduran:
Salıncakta iki kişi

Bir çok biri gibi benim de sık sık gözetlediğim:
Üfürükten Prenses

Fotoğraflarında görünenden daha fazlasını anlatabilen, insanı içine çeken masalsı bir yer:
Zeynep’in yeri

Her daim canımın çilekli pasta çekmesine sebebiyet veren Paris hayranı ve yabancı dil öğrenme merakıyla tanıdığım:
Çilekli Pasta

"Sakız"ına ve iç sesiyle olan diyaloglarına bayıldığım:
R & A

İstanbul'a olan hayranlığımdan dolayı daha fazla yazmasını dilediğim:
İstannbull

Gittiği gördüğü yerleri arşivleyip bende de gidip görme hissi uyandıran:
Gezzginn

Yine gezmeyi seven bir blog sahibi daha. Gördüğü yerleri harika anlatımı ve sunumyla beğenrek takip ediyorum:
A CUP OF COFFEIN


Hepinize sevgi dolu güzel bir gün diliyorum!!!!

Yabancı arkadaş



...Düşünmüş büyüyen kız. Saçımı nasıl yapsam? Ne giysem? diye. Geçmiş aynanın karşısına heyecandan ne yapacağını şaşırmış. İçi kıpır kıpırmış. Amaaan demiş. Ne diye süslenecekmiş ki? O 15 sene önceki en yakın arkadaşıyla görüşecekti. Onu olduğu gibi görsündü. Onlar zaten arkadaş değilmiydi?

Arkadaşına bir hediye almak gelmiş içinden. Buluşacakları yere yakın olan bir mağazaya girmiş. Ne alabileceğini bir türlü bilememiş. Karar verememiş. Arkadaşı nasıl biriydi ki acaba. Zamanı da daralmış. En son 9 yaşındayken gördüğü kıza ne alabilirdi ki? İçinden pon pon ayıcıklar, okul yıllarında kızların bayıldığı renkli kalemler, oyuncaklar almak gelmiş... Sonra bir not defteri görmüş. Arkadaşının tatile gideceğini bildiğinden, içine notlar alır diye, o parıl parıl kedicikli not defterini almış, paketletmiş ve çıkmış.

Yarım saat erken varmış buluşacakları yere. Bir de bakmış buluşacakları mekan değişmiş. Bir cafe iken pizzacı olmuş. Üzülmüş. Niye değişmişti ki orası? Ne güzelmiş önceden halbuki. Neler değişmiyordu ki? Arkadaşı da değişmiş miydi acaba?

Kapının önünde beklerken her geçene dikkatli dikkatli bakıyormuş. Bu mu acaba? diye. Onun arkadaşı sarışınmış. Ne uzun ne de kısa saçlıymış. Boyu? boyunu bilmiyormuş... Yalnız mı gelecekti arkadaşı? Keşke yakamıza birer kırmızı karanfil taksaydık, diye düşünmüş kendi kendine, filmlerdeki gibi ne de komik olurdu diye gülümsemiş sonra.

Ve yan taraftan gelen ayak sesleri çekmiş dikkatini. Şöyle bir dönmüş bakmış. Evet gelmiş arkadaşı. Sağına soluna bakına bakına gelmiş. Bekleyen kız seslenmiş ona. Gitmiş yanına, önce bir sarılmışlar, selamlaşmışlar ve ikisi de gidecek başka bir yer seçmişler ve oraya doğru ilerlemişler. Arada birbirlerinin hakkında bildikleri şeyler üzerine konuşmuşlar. Evlenmişsin, taşınmışsın gibi başlamışlar.

Gidecekleri mekana vardıklarında birbirlerine bakmışlar ve aslında iki yabancı olduklarını düşünmüşler, bunu söylemekten de çekinmemişler. Hatırladıkları şeylerden bahsetmişler ve 15 sene nasıl özetlenebilecekse o şekilde anlatmaya başlamışlar. Kimleri görmüşlerdi, kimlerden haber yoktu, bir bir anmışlar her bir arkadaşlarını. Mutlaka bir buluşma düzenlemeliydiler. Aah ne güzelmiş çocukluk...

Ne güzel şeymiş arkadaşlık... ne güzelmiş hatırlamak, anımsamak, değer vermek, buluşmak.

En yakın zamanda bir daha buluşmak için sözleşmişler ve nasıl geçtiğini anlamadıklar üç buçuk saat sonra evlerine dönmüşler.

Rüya gibi,

Masal gibi,

Yüzlerde tebessüm,

15 sene 3 saate nasıl sığabilirki...?

11 Şubat 2009

Bir varmış bir yokmuş



...küçük bir kız varmııış. Yaklaşık 9 yaşlarındaymış. İlk okul 4. sınıftayken, yarı yıl tatilinde ailesiyle başka bir köye taşınmış. Bu kız yeni arkadaşlar edinmenin mutluluğunu yaşarken geride bıraktığı arkadaşlarıyla da mektuplaşmayı ihmal etmemiş. Onları arada sırada görmeye gidermiş.

Gel zaman git zaman mektuplaşmalar, görüşmeler git gide azalmış ve küçük kız büyürken yeni arkadaşlar edinmiş ve herkese aynı yakınlığı gösterememiş. Küçük kız büyümüş, büyüdükçe yeni çevrelere girmiş, yeni dostluklar kurmuş ve geleceğe yönelik yolunu çizmeye başlamış.

Fakat aklının bir köşesinde dururmuş hep o çocukluk anıları, yaz aylarında girdiği göl, kışın kızaklarla kaydığı tepecikler, arkadaşlarıyla geçirdiği zaman dilimleri, komşu teyzenin köpeğiyle gezdiği günler. Arada bir çocukluğunu hatırlar, gülümser ve tekrar işine devam edermiş.

Aradan 15 yıl geçmiş.

Bu kız o günlerin hatırına eski, çocukluk, neredeyse bebeklik arkadaşlarını aramaya koyulmuş. Bazılarını bulmuş, bulamadıklarını aramaya devam etmiş. Bulduklarından bir tanesiyle de buluşacakmış.

Koskoca 15 yıl sonra o küçücük bir kız çocuğu iken bıraktığı arkadaşının karşısına büyümüş, değişmiş, evlenmiş, farklı ilgi alanları edinmiş bir kadın olarak çıkacakmış.

Çok heyecanlıymış... ve de çok mutlu!

5 Şubat 2009

Kirâze - Solmaz Kâmuran


Bana İstanbul'u anlatan her kitabı büyük bir keyifle okuyorum. Bundan önce Veda'yı okumuştum. Hüzünledim baya. Aslında onun hemen ardından Umut'u almak istiyordum fakat evde okunmayı bekleyen onca kitap varken yenilerini almaktan vazgeçtim.

Kiraze'yi görünce dayanamadım. Bir Hürrem masalının ardından bir masal daha okumak geldi içimden. İçinde büyülü İstanbul olsun, geçmişin bilmediğim resimleri canlansın gözümde, şehzadeler, cariyeler, büyük Aşklar olsun istedim...

Henüz çok başındayım. 1400 lü yılların sonuna yaklaşılmakta. İspanyayı terketmek zorunda kalan yahudilerin Osmanlı'ya sığındığı hatta işlerini kurduğu zaman dilimini anlatıyor. Kirâze karakteri yok daha ortalıkta konu tam olarak başlamış değil. Yine de büyük bir keyifle, öğrendiğim her yeni şey için yeni şaşkınlıklarla okumaya devam ediyorum.

Sırada okumak için sabırsızlandığım hâlihazırda bir sürü kitap var!

4 Şubat 2009

Can sıkıntısı...

2 gündür evdeyim - bir taraftan ayaklarımda terlikler karnımda sıcak su torbası, üzerimde hırkalar kendimi sıcak tutmaya çalışırken diğer taraftan televizyonda çıkan abuk program daha doğrusu subuk insanlara sinirleniyorum. Aynı zamanda su ve çay tüketme rekorlarına aday gösterilirken, can sıkıntısından çamaşır yıkayan ev hanımları kervanına katılmak istiyorum. Tabi böyle bir kervan varsa eğer.
Sabah doktora giderken biraz temiz hava almış oldum. Doktorda ise neler yaşadığım ayrı bir macera ya neyse. Antibiotik verdi amcam (burada reçetesiz alınmıyor, mecbur doktora görüneceksin). Yarın işe gidebilmek için neredeyse göbek atıcam. Evde tek başına kalmak çekilmiyor, e rahatsızlıktan dolayı çıkamıyorsun bir yere. İş yerinde çalışırken evde olsam şunu yaparım, bunu yaparım diye düşünüyorsun da evde boş boş nasıl vakit geçirilir kitabını yazıyorsun adeta Zeynep hanım, çok yazık - ama hastayım ben gelme üstüme - çamaşır yıkamayı biliyon ama - sen bi sussana...

Beynime az oksijen gitmeye başladı, acilen evden çıkmam lazım.

Gereksiz dipnot (bir gün lazım olabilir): Ev hanımları evde ne yapar, bilgi toplamam lazım.

2 Şubat 2009

Bol su tüketme zamanı

Ben ki su içme konusunda çok başarısız biri olarak 2 buçuk saatte 1 buçuk litre su tükettim bugün (sabah 9 dan 11 buçuğa kadar).

Çoğu zaman unutmayayım diye gözümün önüne koyarım suyu, yine de canım çekmez, yarım litreyi zor zar bitiririm, bitiremediğim günlerin sayısı ise çok fazla. Arada bir kaç bardak şekersiz bitki çaylarıyla telafi etmeye çalışıyorum su ihtiyacımı ama yetersiz kalıyor bazen.

Konuyu açma sebebime gelince. Dün sabah erkenden kalktım ve misafirlerim için mutfağa yöneldim. Evimizde yerler taş döşemeli ve mutfakta küçücük bir halı var. Ben de huyum kurusun terlik giymeyi hiç sevmem. Evde yalın ayak dolaşmak neredeyse hobim diyebilirim. Terliksiz dolaşmak rahatlık demek benim için.

Dün sabah Aşkım'la şöyle bir konuşma (ya da tartışma) geçti aramızda:

Düşünceli Aşkım: Aşkım ayağına terlik giy, üşüyeceksin, hasta olacaksın!!
Huysuz ben: Hayır istemiyorum, sevmiyorum terliği, birazdan çorap giyerim!
Düşünceli Aşkım: Hayır çorap yetmez, giy şu terlikleri!
Huysuz ben: Ay zorlama ya üşüyünce giyerim dedik ya işte! Aaa!!
Düşünceli Aşkım: (kim bilir ne geçirdi aklından)

Mutfakta biraz oyalandıktan sonra karnımda ağrılar hissetmeye başladım ve çorap giymeye gittim. Daha sonra sık sık tuvalete doğru yöneldim ve anladım ki olan olmuştu artık.

Sistit (idrar kesesi iltihabı)

Daha sonra kalın kazaktır, üstüne kalın uzun hırka, ayaklarda kalın çorap ve terlikler ve sık sık tuvalet ziyertleriyle geçirdim günümü.

Tuvalet ziyaretleri ise afedersiniz tam bir işkence. İhtiyacınız varmış gibi oluyor gidiyorsunuz ve hissettiğiniz sadece bir yanma. Bol su tüketmeli diye duydum. Fakat dün misafir ağırlıyorum şunu yapıyorum bunu yapıyorum derken hiç su içmedim.

Bu durumda doktora gitmeden önce yapılması gerekenlerin arasında en önemlileri şunlarmış:

İdrarınızı tutmayın.
Mümkün olabildiği kadar sık idrarınızı yapın.
Böylece mesanedeki bakterileri dışarı atarsınız.

Gün boyunca bol su içilmesi idrar çıkışını ve
dolayısıyla da bakterilerin atılımını arttıracaktır.


Bugün geçmediğini görünce koyuldum su tüketmeye. Birazdan su şişemi tekrar doldurmaya gidicem. 2 gün sonra geçmezse doğru doktora:-(


Bundan çıkarılacak ders: Neymiş efendim, kocanın sözünden çıkmayacaksın:-)))


Herkese mutlu ve sağlıklı bir hafta geçirmesi dileğiyle!!!
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...