25 Eylül 2009

günler su gibi akıyor

Bazen ne yapıyoruz da bu kadar yoruluyoruz, niye yoğunuz deyince.....

Bir haftadır neler yaptığımızı düşündüm:

18/09/09
Cuma akşamı: Maç (Futbol)
Cumartesi: Bayram temizliği, alışverişi, telaşı
Pazar: Bayram, gece 11 e kadar 11 kapı bayram ziyareti
Pazartesi akşamı: Bayram ziyareti devamı
Salı akşamı: Maç (Futbol), Pilates
Çarşamba akşamı: Anne Baba üç ay sonra TR'den döndü, havaalanından almaya gidildi, hasret giderildi
Perşembe akşamı: Eniştenin doğum günü kutlandı

25/09/09 (bugün)
Cuma akşamı: Maç (Futbol), Toplantı

vs. vs.

Sabah 6 buçukta evden çıkıp
Akşam 10 dan sonra eve dönmelerle geçiyor günler...

çabuk çabuk...

hızlı hızlı...

AMA iyi!

17 Eylül 2009

Bayram öncesi notlar

Sessiz kaldım biraz ama buralardayım. Ramazan dolayısıyla bloguma fazla vakit ayıramadım, önemli değil telafi ederim nasıl olsa.

Her Ramazan'da olduğu gibi bu Ramazan'da da bol bol yemek bloglarını gezdim. Bu aslında nefse eziyet gibi birşey oluyor ama başka türlü de fikir edinemiyorum. Fazla değişik şey denemeye fırsatım olmadı işten güçten dolayı. Yine de bir iki şey var ilk defa veya ikinci defa denediğim. Fakat fotoğraflarını henüz çekmediğim için bazılarını bir kez daha deneyip hem tarifi yazıp hem de fotoğraflarını paylaşmayı düşünüyorum.

Mesela ilk limonata yapışımın ardında yatan hikaye şöyle:

Bendeniz mutfakta akşamki iftar daveti için yemek hazırlamaya çalışırken arka fonda televizyonun sesi kulaklarıma takılıp duruyordu (güya müzik kanalı, reklamdan geçilmiyor); hangi markanın limonata reklamıdır bilmem, adamın biri reklamda "limon limon olalı böyle çok sevilmedi" naraları atarken benim canım feci şekilde soğuk limonata çekti haliyle. Günah be günah, böyle reklam koyulur mu güpegündüz. Gelin görün ki evde ne yeteri kadar limon var ne de şu gurbet ellerde şöyle damağıma uygun limonata satan bir yer. Halbuki ben limonatayı da pek sevmem, yani aramam. Orucuz ya, canımız en olmadık şeyleri çekiyor. Neyse ertesi gün limon aldırdım ve böylelikle başarıyla sonuçlanan ilk limonatamı yapmış oldum.

İlk babagannuş hikayem:

Kardeşe iftara gidilir, köşede duran mezeler kitapçığı görülür, ertesi gün verilecek olan iftarda iftariyeliklerin yanında soğuk birşeyler olsun istenir ve evde malzemeleri mevcut olan bir tarif bulunur ki bu da babagannuş'tur, adı da tadı da hepimizin hoşuna gitti. Yalnız internette gördüğüm tüm babagannuş tarifleri yoğurtlu ve sarımsaklıydı, benim bulduğum tarif ise salçalı ve sarımsaksız. Ama nefisti, bunu da bir köşeye yazmam lazım.

Acılı ezme hikayem:

Acılı şeyleri seven ben, İzmir'de İsviçre'ye dönmeden önceki gece yediğimiz acılı ezmeyi unutamıyordum. O günden beri onu yapmayı aklıma koymuştum. Yaptım da. Onun da tarifini unutmamak, kaybetmemek adına koysam iyi olur. Gerçi benim dışımda ayılıp bayılarak yiyen pek olmadı ama olsun, kendim yapar kendim yerim:) Ama yanında eksik olan lavaş ekmeği ve tereyağıydı...

Başka neler vardı unuttum. Tatlıların ise anlatılacak hikayesi yok. Hepsini beğendim yaptım:

İrmikli havuç tatlısı
Dolgu kek
Tiramisu

Görüldüğü gibi şerbetli tatlılarla hiç aram yok.

Bu arada anneler, teyzeler, halalar Nnnnütfeeeen vazgeçin artık her bayram her bayram tepsi tepsi baklava yapmaktan, biraz değişiklik yapın, sütlü tatlılara falan yönelin accık yahu, en az on ev geziyorsak hepsinde de baklava ikram ediyorlar... :/ bünye bir yerden sonra kaldırmıyor.

Ayrıca herkese şimdiden şeker gibi, baklava tadında eş dostla beraber nice güzel Bayramlar diliyorum!!!

11 Eylül 2009

bazen

yoğunluğa bir virgül koymalı,

sonra eski bir dost aranmalı,

içinden geçenleri eskisi gibi açık açık anlatmalı,

işin nasıl da muhabbete dönüştüğüne şahit olmalı,

ferahlamalı kalbin.

8 Eylül 2009

Miras - Osman Aysu

Bu kitap kaç senedir rafda duruyordu ben de hatırlamıyorum. Yıllar önce aile dostumuz, eski komşumuz ve tam bir kitap kurdu olan sevgili Müjgan teyzeciğim vermişti. Bende ilk önce yeni aldıklarımı okuma gibi bir heves olduğundan, ödünç aldıklarıma hiç zaman ayıramadım.
Şöyle bir karar aldım kendi kendime:
Şu an gündemde olan kitapları ve yeni aldıklarımı bir kenara koyup öncelikle ödünç aldıklarımı okumak istiyorum ki, onları iade edebileyim. Hem benim için de değişiklik olacak.
Geçtiğimiz hafta sonu Osman Aysu'nun 2001 yılında yayınlanan Miras adlı kitabına başladım. Bu yazarın okuduğum ilk kitabı. Önerebileceğiniz diğer kitapları için ayrıca mutlu olurum. Bu kitapta olaylar hızlı bir şekilde ilerliyor ve çok ta sürükleyici. Okudukça aklıma bir sürü soru işareti takılıyor. Sonu neye bağlanacak çok merak ediyorum. Yani şu ana kadar güzel gidiyor hikaye.

Sırada bekleyenler:

  • Şu çılgın Türkler, Turgut Özakman (hâla okuyamadım, kalınlığı gözümü korkutuyor)
  • Huzur sokağı, Şule Yüksel Şenler
  • Hayalimdeki kadın, Danielle Steel (bunu nedense okuyasım gelmiyor, sanırım hayalimde bir kadın olmadığından=)
  • Yaprak Dökümü, Reşat Nuri Güntekin (dizi sağolsun okuma hevesi bırakmadı bende... Nedir bu kitapları dizilere uyarlama furyası, biri bu gidişata dur desin yahu)

7 Eylül 2009

Ramazan ayı bana "ev hanımı"lığı anlamında neler ögretti?

Çok şey değil aslında ama yine bir iki şey var hatırlamak istediğim.

Ben şimdilik olaya iftar daveti veren hatun kişisi gözünden bakarak en basitinden başlayayım.
Kırk yılda bir doğru dürüst yemek yapan ben, yaptım mı da fena yapmam hani, övünmek gibi olmasın. Gene yenilebilir cinsten olur pişirdiklerim. Acillik bir durum olmadı bugüne kadar çok şükür. Olabilirdi de. Çünkü bir çok doğaçlama yemek hazırlamışlığım vardır, "evde ne varsa karıştır, pişir, afiyetle ye" mantığı. Tariflere bağlı kalmadan. Bundaki tek problem, tabi güzel olmuşsa eğer, içine neyi ne kadar koyduğumu daha sonra hatırlayamamam oluyor. Pek öyle kenara yazma huyum yoktur. Pişirirken de mutlaka 40 kere tadına bakarım gidişatı kötü olan yemeyi kurtarmak adına, zaten ben o sırada doymuşumdur bile. Yemek te yarıya inmiştir - (2 kişilik yemekler için geçerli bu dediğim=)
Neyse efendim, sadede geleyim. Yukarıda anlattıklarım benim Ramazan ayı dışında, iki kişilik yemek yapma anlayışımdır. Misafir çağıracağım zamanlarda ise (ki bu genelde Ramazan'larda oluyor) harıl harıl yemek bloglarını gezerim, fikir sahibi olmaya çalışırım, beni bir telaş sarar, kalabalık olacaksak neyi ne kadar pişireceğime bir türlü karar veremem vs.

Başımı duvarlara vurmamak adına öğrendiklerimi not edeyim:
  • Asla ve asla daha önce meyvesinin sebzesinin nasıl olduğunu bilmediğin yerden meyve sebze ya da başka bişey alma. Bu hataya bir daha düşme! Hangi marketin hangi ürününü iyi biliyorsan, onu al. Ha o zaman kötü çıkarsa bu şanssızlıktır. Diğeri ise ... neyse işte.

  • Şu yemeklerin tuzunu kaşık gibi nesnelerle ölçerek koymayı öğren artık işin kolaylaşsın. Göz kararı, göz kararı bir yere kadar. Özellikle oruçluyken göz kararı falan olmuyor hanımm!! Nasıl bakacan onun tadına tuzuna iyi mi acep diye?!

  • Daha önce denemediğin tariflerden uzak dur. Gerçi bu konuda henüz bir hataya düşmedin, aferin.

  • Soğuk yenilebilen şeyleri bir gün önceden hazırla ki sonra eteklerin tutuşmasın, bazı tatlılar da buna dahildir.

  • Davet vereceksen ne pişireceğine en az iki gün önceden karar vermekte fayda var, onu hepimiz biliyoruz, alış verişi ona göre ayarlayacağımızı da biliyoruz. Tabi bir tek bunu ayarlarken alınacaklar listesini akıla değil de kağıta yazmayı bilmiyoruz.
  • Kanımca en önemli husus olan şeyle sonlandırayım öğrendiklerimi. Malum oruç tutarken gözümüz de aç oluyor. İnsanlık hali. Ekmeği özellikle bol alıyoruz ama çoğu kalıyor. Bu vesileyle bayatlayan, bayatlamaya yüz tutan ekmekleri değerlendirmek için Ekmek israfı adında bir blog olduğunu da öğrenmiş bulunmaktayım. Tüketemediğimiz bu ekmekleri mübarek Ramazanda, hele bir de açlığın ne olduğunu daha iyi anladığımız şu zamanda israf etmeden değerlendirelim. Şimdi ben bu blogu inceleyeceğim biraz. Bildiğiniz başka blog/sayfalar varsa paylaşırsanız sevinirim arkadaşlar.

Bugünlük kaçtım ben!

Not:
Altı üstü iki iftar daveti verdik yani, hepsi bu. Üstüne bir de ev hanımı ilan ettim ya kendimi, pes doğrusu! Sırf bundan bu kadar şey öğrenmişsem yine de bravo bana=) bunları 3 senelik evlilik hayatımda anca öğrendiğim için ise utanıyorum:P

Umut - Hayat akan bir sudur

Severek okuduğum kitaplardan biri daha bitti. En çok gücüme giden ise pat diye bitmesi oldu. Ne güzel de kaptırmıştım kendimi. Yuvadan ayrılan her bir bireyin yeni hayatlarına akışlarınla beraber, Cumhuriyetin getirdiği değişimleri keyifle okuyordum.




Hem ben Sabahat ve Aram'ın hikayesini de çok merak ediyorum. Sadece onları anlatan bir kitap talep etsem ayıp olur mu acaba?





Okumayanlar varsa ilk önce Veda'yı okumalarını tavsiye ediyorum.














Eylül'ün kapıdan girmesiyle havaların serinlemesi bir oldu buralarda. Olsun, severim ben Eylül ayını. Belki de ardından Ekim geldiği içindir. Ya da son baharda doğanın nasıl sarıdan, kızıla, kızıldan, kahverengiye boyandığını seyretmek hoşuma gittiği içindir. Aynı şey ilk bahar da da geçerli, renklerin nasıl canlandığını, yeşilin her bir tonunu yeniden keşfetmeyi de severim... Yani severim ben mevsim geçişlerini.
Havalar serinleyince daha çok kitap okuma fırsatı doğacağı için mutluyum açıkçası.

Benjamin Button'ın tuhaf hikayesi


Yoğun geçen günlerimize Cumartesi akşamı evde oturup, film izleyerek biraz ara verelim dedik.
Benjamin Button ne zamandır seyredilmeyi bekleyen bir filmdi. Fiyatının uygun olduğunu görünce hemen almıştım fakat bir türlü 166 dakikalık bir zaman dilimini ayırıp izleyememiştik.
İlginç bir hikaye gerçekten. Ne iyi ne kötü diyebilirim. Fakat beğendiğimi söyleyebilirim. Film uzun olmasına rağmen akıcı ilerliyor.
Yorumum biraz alakasız olacak ama:
Gençlik denen şey güzel be... kıymetini bilelim!
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...