31 Mart 2009

illede beyaz olsun!!



Bu aralar pek bir aktifim kusura bakmayın:) Fakat hafta sonundan kalan bu güzellikleri paylaşmadan edemeyeceğim. Cumartesi günü tutturmuşum illaki beyaz lale alıcam diye. O kadar renk vardı, hepsi birbirinden güzel ama ben takmışım bir kere kafaya. Beyaz olacak! Sonra gökte ararken yerde buluvermişim. Ay bir sevinmişim bir sevinmişim.


Bu aralar evde her şey beyaz olsun istiyorum, olabildiğince sade ve ferah. Lalelerim bu kocaman şeffaf ve birşeye benzemeyen vazoma bile ayrı bir hava kattılar, pek bir zarif durdular. Evime güzellik kattılar. Beni mutlu ettiler. Bunu sık sık yinelemeliyim. Baktıkça dinleniyorum...

30 Mart 2009

Kuruyan güllerime çözüm




Diplerimin notlarında bahsetmiştim bunlardan. Yıllardır saklıyordum böyle, duruyorlardı bir köşede ama bu kalabalık görüntüden ve kuruluktan çarçabuk parçalanıp dökülen yapraklardan rahatsız olmaya başlamıştım. Atmaya da kıyamıyordum, ne de olsa manevi değeri çok büyük. Düşün düşün sonunda böyle bir çözüm buldum. İçi doldurulabilen kavanoz şeklinde bir mumluk buldum. Eh biraz da dekoratif olsun istedim. Gül kısımlarını koparıp yapraklarını attım. Gülleri özenle yerleştirdim camın içine. Aksesuarlarını da bir kaç yaprak, beyaz boncuk, ve güllere takılı olan kalpcikle tamamladım. Üzerine mumluğu koydum ve tataaaam:

İçime sindi, ben çok beğendim. Hemen buldu köşesini duruyor öyle. Bunu uzuuuun zaman bu şekilde saklamayı ümit ediyorum.

Yazsam bulur muyum acaba?

Bir ara Temizilik yaparken adlı yazımda neyi nereye koyduğunuzu not edin demiştim ya, ben hala akıllanmadım. Gözlük kutumu dolayısıyle içinde bulunan Memory-Stick’imi arıyordum o zamanlar. Sürekli çantamda gezdirdiğim şeyler aramalarımdan ve o yazımdan bir gün sonra nerden çıksa iyi? Çalışma odasındaki dolabın en alt rafındaki sepette bir poşetin (!) içinde. Bir de poşete koymuşum ya inanamıyorum bana! Tamamen iç güdüsel olarak bir de oraya bakayım demiştim, gözlerime ve kendime inanamamıştım. Şizofren miyim, uyur gezer miyim neyim bilemedim o an.

Bu seferki kurban siyah kemerim. Daha iki hafta önce yine çalışma odasını toplarken (evet en çok dağılan yer burası) çek yatın üzerinde bulduğum kemerime “Aaa bu burdamıymııış, ne zamandır arıyordum” diyerek bulduğuma pek bir sevinmiştim. Gelin görünki sonrasını hatırlamıyorum!! Hafızamdan tamamen silinmiş sonrası. Onu aldım nereye soktum hiç bir fikrim yok. Siz olsanız nereye koyardınız? En mantıklı yer elbise dolabı değil mi? Yok anacım orda da yok! Dün koskoca elbise dolabını boşalttım, tüm çekmecelere baktım, en olmadık yerlere: banyo dolaplarına, kapı arkalarına, çamaşırhaneye, 2. elbise dolabına, büro malzemelerinin bulunduğu dolaba, yatağın altına, üstüne, çantalarımın (!) içine, bavulların içine baktım yok yok yok! Bir de mutfağa mı baksaydım acaba? Benim kararım belli olmaz, hafıza arada gidip geliyor sanki. Hayır pasaklı değilim, bunu kabul etmiyorum! Evim düzenlidir ama BAZI dolapların içi bayram yeri misali ama olsun o kadar canım aaa.

Son zamanlarda yazıyorum ya böyle yapmak istediğim şeyleri falan, sonra görüyorum ki, yazdıktan sonra her şey yoluna girivermiş. Demek ki böyle ufak dertleri paylaşmak lazım. Heralde bazılarınızın “yazıııık, bulsa bari" ya da "istediklerini halletse bari” şeklindeki duaları kabul oluyor:) Allah sizden razı olsun!

Ya da yazdıktan sonra bilinç altımda bir tarama gerçekleşiyor, bu da bir ihtimal.

Bu defa nereden çıkacak inanın ben de çok merak ediyorum. Fazla monoton yaşıyorum heralde, hayatıma "renk" katıyorum! Bazen kendimi değerli eşyasını evin bir köşesine güzelce saklayan, sonra da bulamayan yaşlı teyzelere benzetiyorum ki, onlara da haksızlık etmiş olmayayım. B12 de eksik değil ama hayırlısı. Sanırım beyin jimnastiği yapmam lazım.

IPL nedir?

Geçenlerde bir yazımda IPL falan birşeyler dedim. Epi dediğim zaman epilasyondan bahsederim genellikle. IPL dediğim ise bir tür lazer epilasyonudur. Yani kökten çözüm. Yaklaşık 3 sene önce başlamıştım seanslara sonra uzun bir ara vermiştim. Şimdi bir iki seans daha kaldı, bilemedin üç. Bugüne kadar bir yan etki görmedim ve memnun olduğumu da belirtebilirim. En fazla yanma hissi oluyor. Bu yanma hissi aletin derecesine göre değişiyor. Çok nazikseniz en düşük derecede yapılabilir fakat bu defa seanslar artar da artar bu da cep’e zarar. Bana IPL uygulayan bayan bende yan etki görmeyince en yüksek derecede yaptı, yer yer yerimden hopladım:) yani canım da pek tatlıdır:) ama bittikten sonra hiç birşey hissetmedim, sanki hoplayan ben değildim öyle yani. Benim kadar da dayanamayacaklar için yarım saat önce özel bir krem sürülerek o bölge uyuşturuluyor ama ben buna hiç gerek duymadım şimdiye kadar.

Giriş sayfasından kısa bir not ve linkler:

IPL ( Intensive Pulsed Light ) yoğun atımlı ışık sistemi ve cerrahi olmayan bir tedavi yöntemdir. Örümcek ağı şeklindeki kılcal damarlar ( spider anjion ), doğumsal damar lekeleri, bacaktaki varisler, hafif sivilceler, çiller, güneş lekeleri, yüzdeki çizgi, ve kırışıklılar bu yöntemle tedavi edilebilir. (tabi benimki sadece istenmeyen tüylerle alakalı diğerlerinle işim yok).

Merak edenler detaylara şuradan ve şuradan ulaşabilir


Güzel bir hafta sizinle olsun!!!

27 Mart 2009

Memoirs of a Geisha - Soundtrack

İşte beklediğim CD! Bir Geyşa'nın anılarının soundtrack'i. Bu filmin müziği izlediğim andan beri aklımdan çıkmıyordu, o ne melodidir öyle, o notaları öyle bir araya getiren, bir çok film müziğinde katkısı bulunan JOHN WILLIAMS'a teşekkürlerimi haykırmak istiyorum. Film güzel, görüntüler güzel, hikaye güzel, müziği ise bir başka güzel.

Arthur Golden'ın romanından uyarlanan bu filmi izlemeden önce Geisha'larla ilgili ön yargılarım vardı, daha doğrusu bu kavram tam olarak neyi ifade eder bilmiyordum. Bu film bu sorulara çok güzel bir yanıt olmuş bence.

Fazla söze gerek yok, şuradan linkini vereyim merak edenler için (aldığım haberlere göre sanırım youtube çalışıyor)


Buyrun efendim:

Sayuris Theme and End Credits

Not: Resmin üzerini tıklayarak büsbüyük halini görebilirsiniz:)

25 Mart 2009

diplerimin notları - güncelleme

Havalar yine bozuldu:( ara ara kar yağıyor. Neden şaşırıyorsam. Baharla ilgili planlarımı ertelemek zorundayım şimdilik. Havalar ısınıncaya kadar yeterince yapacak şey var:

*Kuruyan güllerim için planladıklarımı bir an önce uygulamalı, fotoğraflarını paylaşmalıyım pek yakında

*Siparişini verdiğim CD'yi dört gözle bekliyorum, gelince bıkana kadar dinleyeceğim (inşallah bıkmam) Dün şikayet maili yolladım nerde benim CD diye, dün postaya vermişler, bugün gelir:) Ne CD'si olduğunu söylemem - sürprüz:)

*Son zamanlarda çok sağlıklız beslenmeye başladım, bunu acilen düzene sokmam gerek, yoksa... salata ve çorbaya yoğunlaşmaktayım - her gün yediğim sandviçlere bugünden itibaren son verdim.

*Bol kremalı kahveleri azaltıp, bitki çaylarına yönelmem gerek (yeşil çayı sevmem gerek, sevmem gerek) Bugün birer bardak limonlu yeşilçay, nane çayı ve melisa içtim, az şekerli

*Yine su içmeyi azalttım, buna nasıl çözüm bulacağım bilemiyorum. Koy önüne iç işte dimi eh son bir kaç haftaya göre ilerleme var. iki büyük bardak su içtim

*Bugün epi'ye (İPL) gidicem, çok korkuyorum ama hem korkarım hem giderim:) korktuğum kadar varmış ama değdi:) hem umduğum fiyatın yarısını ödeyince pek bir sevindirik oldum!

*Saçlarım haddinden fazla uzadı, hem seviyorum hem zapt edemiyorum, kırıkları aldırsam yeter. pek yakında

*Gözüm yine iltihap kaptı ama inatla lens takıyorum. Manyaklık bu aralar üst seviyede. Evde gözlük kullanıyorum artık abartmıyorum olayı, sonra bir daha hiç lens takamama ihtimali var çünkü - Allah korusun

*Hakket lenslerim bitti, gözümdekiler son, 6 aylık lens siparişini vermem lazım. Siparişi verdim, Cumartesi almaya gidicem

*Cep telefonu almam lazım, elimdekinin cılkı çıktı, bin bir çeşit telefon, kolaysa çık işin içinden. Ve telefonumu aldık:) hemi de touchscreen oldu artık naapalım, Aşkım Aşkım olmasa karar veremezdim. Kontratı 2 sene uzatınca 179 Frank'a geldi. Yeni telefonum Nokia 5800 iki değişik renk vardı, kırmızı ve mavi, önce kırmızılı olsun dedim daha sonra mavinin turkuaza kaçan rengini görünce dayanamadım onu aldım. Henüz Aşkımdan fırsat olmadı kurcalamaya:)

Şimdilik bu kadar:)

23 Mart 2009

Road to Perdition

Bu filmi 2002 yılında sinemada izlemiştim. Giderken pek umutlu değildim. Bilindik mafya filmlerinden biridir diye düşünmüştüm, ya da henüz Tom Hanks hayranı olmadığımdan da kaynaklanmış olabilir, bilemiyorum.
İzledikten sonra mafya filmlerinin sanıldığından çok daha duygusal oldukları kanaatine vardım. Bu da izlediğim dramatik filmlerden biriydi.
Böyle uzun uzun anlatıp baymayayım kimseleri. Kısa kısa anlatıp kaçıyorum hemen:

Yıl: 1931

Mevsimlerden kış

Olaylar altı hafta içinde gerçekleşiyor

Tom Hanks evli, iki çocuk babası ve aynı zamanda mafya üyesidir

Büyük oğlu (12) babasının işini, parayı nerden kazandığı merak etmesiyle birlikte babasının arabasına saklanır ve bir takım olaylara şahit olur. Fakat bunun bedelini annesini, kardeşini kaybetmekle öder.

Tom abimiz büyük oğlunu güvenli bir yerde saklamak için yola çıkar.

Daha önce halletmesi gereken işlerini “halleder”, bu arada başlarına gelmeyen kalmaz (bu kısım heyecanlı ve eğlencelidir - evet eğlenceli).

Onca lanetin arasında 12 yaşındaki oğluyla ilk defa yakınlaşma, tanışma fırsatı bulur, hatta baba olmanın tadına varır…

Filmin konusuyla alakasız not: Bu filmi tekrar izleyişimde, James Bond - Casino Royal’den sonra Daniel Craig özellikle dikkatimi çeken şahıs olmuştur.

Filmle alakalı not: Soundtrack'iyle daha da bir özellik (!) kazanmış filmdir ayrıca.

Mutlu bir hafta geçirmeniz dileğiyle arkadaşlar!!!

19 Mart 2009

Bahar gelirken


Buralara bahar geldi gibi. Ama henüz sağda solda açmış bir çiçek göremedim. Ben her sene sabırsızlıkla kardelenlerin açması beklerim. Taa çocukluk yıllarımda okula giderken yol kenarındaki bahçelerde görür mutlu oldurdum. Bu sene onları göremedim ne yazıkki.

Bahar gelirken ister istemez planlar yapıyorum:

- Balkona çim halı & daha rahat sandalye almalı

- İş sonrası kahve & kitap keyfi bir arada yorgunluk atma seanslarına başlamalı

- Balkon saksılarına renk renk sardunya dikmeli

- Bir ara pencereleri silmeli, bahar temizliği yapmalı

- Eve her hafta farklı renklerde çiçek almalı, hayata renk katmalı

- Havalar ısındığına göre pazar koşularına başlamalı

- Güneşli havalarda bol bol çiçekli böcekli fotoğraflar çekmeli

- Bahar yorgunluğu denen birşey yokmuş gibi davranmalı, enerji toplamalı

- Bisiklet almalı, hantallıktan kurtulmalı

Ohhh düşününce bile içim ferahlayıverdi, dinlendim sanki!


Sizce daha neler yapmalı?

18 Mart 2009

Finding Neverland

Eğer çocukluğunuzda bol bol Peter Pan seyredip benim gibi fantastik hayaller kurduysanız (mesela gölge yakalamaca, uçmayı istemece, ağaç dallarının arasına gizli kulübe kurmaca, geceleri duvara yansıyan ışıklarda Peterin gölgesini ve onun minik perisini aramaca gibi) bu filmi izlemediyseniz izleyin, izlettirmediyseniz izlettirin derim. Tabi Peter Pan hayranı olma şartıyla;)

Finding Neverland (alm. Wenn Träume fliegen lernen)

2004 yapımı, Marc Forster'in yönetmenliğini üstlendiği, Johnny Depp ve Kate Winslet'in muhteşem ikiliyi oluşturduğu ve Freddie Highmore'un çocuk başına koca adamların bile gözlerini yaşartmayı başardığı, bir nevi Peter Pan hikayesinin oluşumunu anlatan DUYGUSAL bir film.

Yıl 1903.
James M. Barrie (Johnny Depp) karısıyla Londra'da yaşayan, o zamana göre sıra dışı, bu zamana göre fantastik öyküler hazırlayan FAKAT bir türlü başarı elde edemeyen hayal dünyası geniş bir tiyatro yazarıdır. Onun hayal dünyasına eşinin anlam verememesiyle aralarındaki mesafe açılır. Bu konuyla ilgili dikkatimi çeken güzel ayrıntı: Bay Barrie ve karısı yan yana bulunan odalarına çekilirlerken, karısı sıradan bir yatak odasına girer, fakat James Barrie kendi odasının kapısını açtığı an masal diyarına giriyormuşcasına farklı bir tablo canlandırır kafasında. Odaları yan yana olsada, bambaşka dünyalarda yaşadıkları ne de güzel anlatılmış.

Hayatın gerçekliklerinden uzaklaşmak için soluğu sık sık parklarda dolaşmakla alır Barrie. Bir gün dört erkek çocuğuyla parkta bulunan dul bir bayanla tanışır, Sylvia Davies (Kate Winslet).
Barrie çocuklara bir yakınlık duyar ve evlerine ziyarete gitmeye başlar. Ve her ziyaretinde onlar için yeni hikayeler hazırlar, farklı kılıklarla çıkar karşılarına.

Çocuklardan biri, Peter (Freddie Highmore) başka bir yer edinmiştir Barrie'nin kalbinde. Son derece içine kapanık, çocukluğunu yaşamayan Peter, Barrie için ilham kaynağı olur ve adını yeni yazdığı bir hikayede kullanır (hiç büyümek istemeyen Peter Pan’ın hikayesi).
Daha sonra bu hikayeyi çocuklarla tiyatro oyununa çevirmek ister. İlginç fikirleri olan Barrie çocuklardan uçmalarını, perilerle konuşmalarını ve hayvan kılığına girmelerini istemesiyle bir çok kişinin tepkisini alır. Ama sonunda büyük bir başarı elde eder. Bu aynı zamanda yaşına göre fazla realist olan Peter’i hayaller alemiyle tanıştırmanın başarısıdır. Çocukların annesi hastalandığından dolayı oyunu göremeyince bir plan hazırlar Bay Barrie…


17 Mart 2009

...

Ne çabuk geçmiş bir sene daha, bir sene daha bağlanmışım sana, her sene daha sıkı olduğu gibi... Duygularımızın aynı noktada buluşup dile geldiği o gün. Bu gülleri aldığım, hayatıma yeni bir sayfa açtığım gün.

16 Mart 2009

Proje tamamlandı

14 Mart 2009 Cumartesi akşamı ziyafeti için bir heyecan türlüsü, yanına da mutluluk kavurması yaptık:

Malzemeler:

1 adet kardeşlerini aylardır, en küçük yeğenini ise henüz görememiş, Türkiye'de yaşayan "teyze" (pamuğumuzun teyzesi, bize göre kardeş, en küçük görümcem)

2 adet abla (biri pamuğun annesi)

1 adet en küçük erkek kardeş

1 adet abi (Aşkım olur kendileri)

1 adet bazı kişiler tarafından dayağı haketmiş yenge (bu da ben oluyorum:))

(buyrun soy ağacı çizmeye)

Bir tutam uyuz, uyuşuk, insanı çileden çıkaran devlet görevlileri

Bir tutam da çabalarımızdan habersiz insan

Hazırlanışı:

Pamuğun teyzesi farklı nedenlerden dolayı Türkiye'de yaşayan tek kardeştir. Ara sıra buraya kardeşlerini ziyarete gelmektedir. En son düğünümüze gelmiştir, aradan ise iki üç yıl geçmiştir. Aylardır İsviçre'ye tekrar gelme planları vardır fakat işlemler bir türlü başlatılamaz, hal böyle olunca pamuğun teyzesinde heves meves kalmaz.

Birileri kardeş ve ablaların üzülmesine ve işlemlere başlatılmamasına artık dayanamaz ve duruma el koyar. O dayak delisi, pamuğun teysesi için davet mektubu yazar, bilumum kağıt küreği hem posta, hem e-posta yoluyla teyze hatununa yollar (bu arada postahane çalışanlarına da iki çift lafımız vardır, neredeyse bir ayda ulaşır kağıtlar – insaf bea). Teyze’ye kağıtların orjinali ulaştıktan sonra Ankara’ya İsviçre konsolosluğuna gider ve vize almanın bu zamanda ne kadar zorlaştığını görür.

Amaç bu defa hiç görmediği yeğeninin en azından birinci yaş günü kutlamasına yetişmek olur fakat vize işlemleri uzayınca herkesin ümidi kesilir, mutsuzluğu artar, neyse gelsin de artık ne zaman olursa olsun der.

Vize işlemleri, Fremdenpolizei, uçak biletinden davet eden kişiler olarak sadece yenge ve abi haberdardır. Her türlü formu doldurur ve işlemler bir an önce hallolsun diye bir an önce yerine ulaştırırlar. Son karar bundan bir hafta öncesinde verilir. Ankara’ya vize almaya gidilebilir (üç ayın sonunda – yuh!).

Bu devrede MiSYONUMUZ, büyük projemiz başlar:
Pamuğun teyzesi abi ve yengeye sıkı sıkı tembih eder, kimselere söylemeyin, ablalara, kardeş, yeğenlere sürpriz yapmak istiyorum, der. Bir hafta boyunca bizde bir heyecan, bir heyecan alır başını gider. Birileri duymasa bari, sürpriz bozulmasa bari, vize için Ankarada bırakılan pasaport zamanında teyzenin eline geçse bari, birileri boş boğazlık etmese bari. Uçak inşallah sağ salim getirir pamuğumuzun teysesini derken geçen Cumartesi sabahın 8’inde teyze sağ salim İsviçre topraklarına ayak basmıştır. Abi ve dayak delisi yenge karşılamaya gitmiştir onu. Pamuğun teyzesi ilk defa yalnız uçak yolculuğu yaptığı için zaten heyecanlıymıştır bizi beklerken gelmeyecekler mi acaba diye de üstüne bir güzel korkmuştur. Karşılamaya geç vardıkları için hala kendini affedemiyordur yenge kişisi. Herşey bu kadar güzel giderken bu olmuş mudur hiç? Ama sonuçta sevenler birbirine kavuşmuştur...

Teyze’yi alıp eve götürürler, bir güzel kahvaltı yaptıktan sonra bugüne kadar sadece fotoğraflar ve msn’de gördüğü doğum günü çocuğu pamuğun, her şeyden habersiz ablanın yanına götürülür. Kapı zili çalınır, kapının açılması uzadıkça herkes heyecandan tir tir titrer, bayılacak gibi olur. Yenge kişisi zaten duygusaldır, ota boka salya sümük ağlamaya meğillidir, abla kardeş birbirlerine çığlıklarla mutluluk içinde sarılırken kendini tutmayı iyi kötü başarır. Kıyılardan köşelerden emekleye emekleye gelen doğum günü çocuğu pamuk olaya şahit olur, şok geçirir ve ağlamaya başlar garibim. Bu deliler niye bağırıyor çağırıyor diye düşünmüştür muhtemelen. Yavrum gürültüye hiç alışık değildir. Sakinleştikten sonra teyzesiyle tanışma faslı başlar. Daha sonra doğum günü kutlaması için kiralanan dağ evini süslemeye giderler hep beraber.

Diğer ablanın, annenin, babanın akşama kadar birşeyden haberi olmaz. Büyük ablamızla karşılaşmaları saatler sonra gerçekleşir, bu görüntü bir daha unutmamak üzere kayıtlara alınır ve mutluluğun farklı bir tablosu olarak tarihe geçer. Herkes rüya gördüğünü sanır. O akşam en sık duyulan cümleler: “Ay sen şimdi burda mısın gerçekten?” - “Hayal gibi” - “İnanamıyorum” dur.

Yenge ve abi kişileri pişkin pişkin sırıtırken herkesten aynı azarı işitir: Niye haber vermediniz, manyaklar, dövecez sizi:)

O akşamdan beri içimde bir huzur, yüzümde aptal bir gülümsemeyle yatıyorum yatağıma...

Mission erfüllt;)


13 Mart 2009

Heyecan kapıyı çalınca

Büyük projelere imza attım:)

Çok iddialıyım.

Çok heyecanlıyım.

Bir kaç haftadır heyecanlıydım aslında gün geçtikçe arttı da arttı bu heyecan. Çatlamak üzereyim. İnşallah çatlamadan tamamlarım misyonumu;)

Ay bak çarpıntım başladı yine...

Herkese mutlu bir hafta sonu diliyorum! Kendinize iyi bakın arkadaşlar!!!!

12 Mart 2009

IN AMERICA



Ara ara daha önce izleyip etkilendiğim ve izlemeye değer dediğim filmerden bahsedeceğim. Şöyle bir liste hazırlayayım dedim bir de baktım çoğu dramatik, duygusal filmler. Bu yüzden izleyecek olursanız bile hepsini ardı ardına izlemeyin, bunalım geçirip beni anlattığıma, tavsiye ettiğime pişman etmeyin derim:)

Bunlardan biri:

In America (2002)

İrlanda-İngiliz yapımı bir film. Yönetmen Jim Sheridan. Kendi ailesinin hayatından kesitler barındırması sebebiyle filmin senaryosu için kızlarından yardım almış ve ortaya muhteşem bir film çıkmış diyebilirim.

Mini özet:

İrlandiyalı bir aile (Sheridan ailesi) biri altı diğeri ise on yaşında olan kızlarıyla birlikte 1980 li yıllarda Kanada üzerinden mülteci olarak Birleşik Devletler’e geçer.

İki yaşında merdivenlerden düştükten sonra beyin tümörüne yakalanan ve 5 yaşında hayatını kaybeden oğulları Frankie’yi İrlandiya’da bırakıp yaşadıkları acılı günleri unutmak ve yeni bir hayat kurmak adına gelmişlerdir Amerika’ya. Bütün aile bireyleri kaybettikleri oğullarının ölümüne alışmaya başlamıştır fakat baba bir türlü içinde bulunduğu matemden sıyrılamamıştır. Bu tüm aile bireylerini olmak üzere iş hayatını da olumsuz etkiler. Koşullar onları bir “Junkie” binasında bulunan yıkık dökük dairede kalmaya zorlar. Yeni umutlar besleyerek geldikleri Amerika’daki hayatlarına geçim sıkıntısıyla başlarlar.

Çocuklar Halloween akşamı şeker toplamak için kapı kapı dolaşır ve o akşam Mateo adında gizemli bir adamla tanışır ve hatta arkadaş olurlar.

Mateo HIV virüsüne yakalanmış ve yaşayacağı günleri sayılıdır. O arada kızların annesi yeni bir bebek beklemektedir, sorunlu bir hamilelik geçirir. Annenin hayatı söz konusu olunca bebek anne karnından erken alınması gerekir. Bebeğin durumu kritik olmasına rağmen iyileşir fakat o sırada Mateo hayata gözlerini yumar. Aile ise yeni bir sorunla karşı karşıya kalır - hastane masrafları...

Bir insan sevdiği birini, canından bir parçayı kaybettiğinde matemini sürdürdüğü sürece hayatındaki olumsuzluklar devam edecektir. Christy (on yaşındaki kızları) babasının Frankie’ye artık veda etmesi gerektiğinin bilincine vardırır ve o an hayatlarının dönüm noktası olur.

>>> Benim Notum: Başarılı senaryosu dışında beni en çok etkileyenler kız çocukları ve Mateo’nun çizdiği resimler oldu.

11 Mart 2009

Karar veremedi...

Bahar diyorum karar veremedi, gelsem miii, gelmesem miii? diyor. Biz tabi gel artık özledik seni diyoruz ama yok. Pek cilveli bu sene, pek bir nazlı. Göz kırpıp kırpıp kaçıyor. Ama elbet bir gün gelecek ve biz de bunların bir kısmını gelinceye kadar, bir kısmını da geldikten sonra giyeceğiz.
Bu kombinasyonlar takısıyla, kemeriyle, atkı, gözlük, çanta, şapkalarıyla değişik alternatifler sunuyor. İsviçre'nin hava durumu malum. Mayıs ayına kadar zor ısınır her yer. Bu yüzden kombinasyonlarda çizmelerin olmasını ilginç bulmuyorum.
Tabi çizmeler yerine şık, yüksek topuklu ayakkabılar da hayal edilebilir. Son kombinasyondaki gibi. (Resimlerin üzerini tıklayarak biraz daha büyük halini görebilirsiniz)














9 Mart 2009

Yine Pazartesi + Foto




Yine bir Pazartesi günü,
Yine yeni bir gün,
Yeni bir hafta.

Gün doğmadan neler doğar derler ya. Umarım şu önümüzdeki günler yeni umutlar doğurur...

Geçen bir hafta içinde üzücü hikayeler duydum, derinden sarsıldım. Bir an neyin peşinde koştuğumuzu düşündüm. İnsanlar birbirini niye sebepsiz yere üzerki dedim. Sebepsiz yere huzursuz bir ifadeyle dolaşırken ne kadar çok insana haksızlık ettiğimi düşündüm. Utandım kendimden.

Bir yandan güzel haberler alırken, diğer taraftan üzücü haberler de aldım. Mutluluğa ortak olmak kolay da, mutsuzluğa teselliden başka ne verilebilirki? Keşke "bu günler de geçecek" ten daha fazlasını verebilse insan.

Biraz karamsar bir yazıya benzedi bu ama öyle değil. Şu önümüzdeki günler için tanıdığım tanımadığım herkese yeni umutlar, mutluluklar dilediğim bir yazı bu aslında.

Bana gelince:
İki yeni kitapa başladım.
Bir film izledim. (paylaşmak istediğim o kadar çok film var ki...)
Evde yapılması gereken önemli bir iş vardı, onu hallettik. Rahatladım:-)
Aklımda yine yapılması gerekenlere dair bir liste var - her zamanki gibi.
Kar yağışı ara ara devam etmekte. Bıkmadığımı anladım, tadını çıkarmaya gittik. (Burada en son 20 yıl önce böyle bir kış geçmiş)
Beklemediğim kişilderden mesajlar aldım - çok mutlu oldum.
Bazı kişilere ise sitemim var - canları sağolsun.

Herkese başta sağlık olmak üzere huzurlu mutlu bir hafta diliyorum.

Bu aralar böyleyim. Biraz sessizim...

Not: Fotograf gecen C.tesi (7.3.2009) cekildi - bir önceki haftayla daglar kadar fark var arada:-)

2 Mart 2009

Haftasonu




Bu haftasonu maviye olan özlemimi en azından bu şekilde giderebildim:-) Uzun süren soğuk günlerin ardından İsviçre'de adeta bir yaz havası yaşadık. Bahar kapılarını araladı, yakında çiçekler açacak, dallar yeşillenecek...

Luzern eskiden beri gitmeyi sevdiğim yerlerden biridir. Tarihi köprüsü ve bir sürü kuğusuyla aylak aylak dolaşmayı sevdiğim güzel bir şehir. Burada hangi göl kenarına gitsen yaklaşık aynı manzarayla karşılaşmak mümkün ama her yerin ayrı bir güzelliği var.
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...