28 Mayıs 2009

şu günlerde



...depresif ruh halinden kaçmanın, rahat hissetmenin, enerjik olmanın yollarını arıyorum...

mesela:

Öğle yemeğimi hava durumu el verdikçe dışarda, Zürih'in göbeğinden geçen Limmat dediğimiz nehir kenarında yiyorum. Zihnim rahatlıyor resmen;)

Yediğime içtiğime çok dikkat ediyorum. Sindirim sistemimi zorlamayacak şeyler yemeye çalışıyorum. Bol su tüketiyorum. Gün içinde bol bol meyve, siyah ekmek yiyorum vs. Bütün gün hareketsiz olduğum işin hızlı çalışan metabolizma beni acayip mutlu ediyor:)

Duş alırken ılık, soğuk, sıcak suyla kan dolaşımımı hızlandırıyorum, iş sonrası bitkinliğimi alıyor üstümden

Güzel havalarda evin işlerini kafaya takmadan kapıyı kapatıp çıkabiliyorum.

Dolapta kıyafetim kalmayıncaya kadar ne ütü yapıyorum, ne de çamaşır yıkıyorum, bundan sonra böyle:)

Daha az şikayet ediyorum (ya da ettiğimi düşünüyorum) yanımdaki insanların canını sıkmamaya gayret gösteriyorum

Evde yalnız olduğum zamanlar sevdiğim müzikler eşliğinde deli deli dans ediyorum

Sürekli yapmam gereken işlerle kafamı yormuyorum. Nasıl olsa her şey er ya da geç halloluyor, stres yapmıyorum, yapmamaya çalışıyorum

Yaz mevsiminin yaklaşmasıyla birlikte belimde oluşan simiti söndürmek adına yatmadan önce mekik çekiyorum:) evet malesef kompleksliyim biraz, kabul ediyorum!

Daha renkli, daha rahat kıyafetler giyiyorum, siyahlara mümkün olduğunca bakmıyorum. Favori renklerim ise mor, çingene pembesi, beyaz, bej, turuncu, sarı...

Balkonumdaki çiçeklerimin her gün daha da güzelleştiklerinin farkına varıyorum. Orkidem de gelişmelerin olması beni havalara uçuruyor:) - taktım çünkü ben bu orkideye, bu kadar nazlı olunmaz ki canım:)

Aman işte anlayacağınız ben böyle tembel hallerdeyim...:)


Not: Fotoğrafta gördüğünüz öğle arası dibine gidilip birşeyler yenilen ya da kitap okunan Limmat'tır, ayaklar şahsıma aittir, cep telefonuyla çekildiği için görüntü kalitesiz olabilir

26 Mayıs 2009

bisiklet turumuzdan kareler








Yaklaşık saat 18.30 gibi çıktık yola kaçta döndük bilmiyorum, sanırım 21.30'da. Düz hesap neredeyse 314 431 kere gittiğim yerdir burası. Küçüklüğümde bu göle çok yakın bir evde kalıyorduk. Neredeyse göl kenarında diyebilirim. Heralde bu yüzden seviyorum burayı. Hem bize en yakın göl:)
Bilmem kaç bin kez de arabayla geldiğimizden düz bir yol olmadığını anlayamamışım. Hafif de olsa hep yokuş hep yokuş, kas yaptım resmen. Dönüşte bacaklarım bayram etti tabi. Ve bundan sonraki ilkem: HER YOKUŞUN BİR İNİŞİ VARDIR, HA GAYRET!!!:)
36 kilometre bisiklet sürmüşüz. Bisiklete en son 6 sene önce bindiğimi hesap edersek yine fena bir performans sayılmaz.
Bu göl Hallwil gölü ve benim için manevi değeri çok büyük olan bir yer! Bir yığın anım vardır... Seviyorum ben burayı.

25 Mayıs 2009

sıcak havalar = hareket zamanı

Perşembe + Cuma + Cumartesi + Pazar = 4 tatil günü

O arada neler yapmadıkki... Havalar da pek bir güzeldi! Hala güzel!
Durgun sulardan sonra mola verdik, hareketlendik, dinlendik

Mutluyum, Mutlusun, Mutluyuz moduna girdik... çünkü

Bisiklete bindik
Göl kenarında dondurma yedik
Alış verişe çıktık
Almanyadan gelen amcamız ve ailesini gördük
Film izledik
Paşanın maçına gittik
Havuza gittik
Kitap okudum
Cici kitap ayraçları yaptım
Kına gecesine gittik
Kuzenin doğum gününü kutladık
Sevgilinin maçına gittik
Güneşlendik
Balkon keyfi yaptık
Yıldızları seyrettik

Daha ne olsunnn...

Nerede hareket orada bereket
Planlar devam etmekte:

Bugün iş sonrası çantalar hazırlanacak, bisikletlere atlayıp, göl kenarına doğru yol alınacak ve orada piknik sefası yapılacak...

Minimum zamanda maximum faaliyetlere katılıp her dakika değerlendirilecek, deşarj olunacak… bu kadar!

Herkese mutlu, bol güneşli, neşe dolu bir hafta diliyorum!

19 Mayıs 2009

Önce Sır çocukları sonra O... çocukları

Filmler filmler... yine filmler. Şu günlerde yaptığım tek aktivite film izlemek oldu. İyi de olsa kötü de olsa film izlemeyi seviyorum.

İki gün üst üste izlediğim filmerin arasındaki paralelliklerden hiç ama hiç haberim yoktu - isimleri dışında. İlginç bir rastlantı oldu. İkisi de 'birşey' çocuklarıydı... Her ikisinde de Özgü Namal'ın oynadığını bilmiyordum. Bu kadın her filmde, her reklamda çıkmaya başlayınca, diğer oyuncu bayanların suyu mu çıktı, niye her yerde bu, neden neden neden diye düşünsem de, şu anda izlemek istediğim bir çok filmde yine onun oynadığını görüyorum. Biraz sevimli suratlı, hokka burunlu diye mi bu kadar çok seviliyor bu hatun anlamış değilim. O değil de her yerde gözümüze gözümüze sokulunca insan yeni bir yüz, yetenek görmek istiyor zamanla.
Yetenek demişken. Sır çocukları 2002 de çekilmiş olmasına rağmen, oradaki oyunculuğu, 2008 yapımı olan O... Çocukları'nkinden daha başarılıydı bence. Neyse konumuz Özgü değil.

Sık sık DVD kiraladığımız web sitesinde yeni gelen filmlerin arasında gördüm Sır çocukları'nı. Orada kolay kolay Türk yapımı filmler bulunmadığı ve bir kaç ödül almış olduğu için hemen kiraladım. Film hakkında her zaman yaptığım gibi yorum okumadım. Konusu hakkında da tahmin yürütmedim. Nedir merak ettim ve izledim. Konusu hakkında fazla yorum yapmadan bana hissettirdiklerinden bahsetmek istiyorum:

Sır çocukları konusu itibariyle bugüne dek gördüğüm en dokunaklı filmdi. Öyle oturup hüngür hüngür ağlatmadı, resmen bir bıçak gibi saplandı bağrıma, bir taş oturdu sanki boğazıma, kocaman, yutkunamadım. Yine hayatın acı gerçekleri bir tokat gibi yapıştırılmış seyircinin suratına. Bilmiyorum ama ben öyle hissettim.

Tinerci, sokak çocuklarını görünce ne yapacağımızı şaşırırız, mümkün olduğunca kaçmaya ve değerli eşyalarımıza sahip çıkmaya çalışırız. Ne yapacaklarını kestirmek mümkün değil, hangisi mazlum hangisi anasının gözü bilemiyoruz ama onlara kızmaya da zerre kadar hakkımız yok. Yetişkin insanların (bazılarına insan bile denmez) hataları sonucunda bu hale geliyor o çocuklar ve daha sonra filmin adı gibi sır olup gidiyorlar. Yaşadığım bu ülkede sokak kedisi bile yokken insan (!) evlatlarının topluma kazandırmak için en ufak çabanın bile gösterilmediği ülkelerin var olması acı veriyor. İmkansızlıkmış. Her şey mi imkansızlık şu hayatta, İNSAN olmak parayla değil ki. İnsan sevgisi, merhamet sahibi olmak parayla satılmıyorki.


O... Çocukları da kendi çapında güzel bir film. İki filmi kıyaslamak değil niyetim. Bu film hakkında söyleyebileceğim tek şey: Demet Akbağ tek başına almış götürmüş! Demet ablam oynamasaymış bi nanay olmazmış bu filmden ve Özgü Namal keşke italyanca falan konuşmaya çabalamasaymış (madem her filmde oynuyorsun, hadi diyelim başarılı olduğun için oynuyorsun, e bu ne o zaman kardeşim? gerçi senin ne kabahatin var, suç sana para verip seni o rolde oynatanda). Filmde güldüğüm o kadar traji-komik sahne varken, Özgü'nün italyanca konuştuğu sahnelere ağlayasım geldi. Neyseki film, başarılı bulduğum çocuk oyuncuları sayesinde toparlamış baya. Olaylar "anarşist"lerin kovalandığı 1981 yılında geçiyor. Politik konulara hiç girmeyeceğim. Eğer bir Demet Akbağ harikası görmek isteyen varsa buyursun tadını çıkara çıkara izlesin derim. İpek Tuzcuoğlu'nun hakkını yemeyeyim şimdi. Onu da beğendim.

18 Mayıs 2009

durgun sulardayım

Şu an istediğim

İstanbul'da olmak, Boğaza karşı oturup birşey düşünmemek...

ya da

Bir deniz kenarında dalgaların sesini dinlemek, en güzeli Kekova'da olmak...

belki de

Gözlerimi kapatıp sadece yağmurun sesini dinlemek...

aslında bir de

Güneşin doğuşunu seyretmek, ama bunun için Nemrut'a çıkmak...

ve daha nicesi

özlediklerim, hayal ettiklerim...

Uyuşan duyularımı harekete geçirip, yorulan duyularımı dinlendirmek...

Şu telaşenin - varsa - bir Off tuşuna basmak

Ne güzel olurdu!

13 Mayıs 2009

cici filmler

Aslında şuraya bi düzine şikayet sıralayacağım ama en iyisimi dün bize keyifli bir akşam geçirmemizi sağlayan iki birbirinden sevimli filmden bahsedeyim.


Şikayetlerimden birini mecburen yazmak zorundayım. İş yerinden bloguma doğru düzgün giriş yapamıyorum. Özellikle yeni yazı eklemek istediğimde html formatı ile yazmam gerekiyor ve bu format değiştirilemiyor. Bu da bizim iş yerinin ilginçliklerinden sadece bir tanesi. Bu yüzden izlediğim filmlerin linkini verebiliyorum sadece, henüz html ile resim yükleme kabiliyetine sahip değilim malesef.

Neyse lafı daha fazla uzatmadan öncelikle beni kahkahalara boğan filmden bahsedeyim:

Horton hears a WHO! hakkında ön yargılarım vardı (ben ne ön yargılı insanım böyle ya). Çizimlerine bakınca bu heralde küçük çocuklar için yapılmış bir filmdir diye geçmişti aklımdan. Ama yanılacağımı tahmin ediyordum çünkü şu son zamanlarda çıkan ne kadar animasyon film varsa hepsini beğenerek izledim. O ne biçim hayal gücüdür öyle! "Adamlar yapmış yine" dedirtti resmen. Çok başarılı bir çalışma olmuş. Ben çok beğendim ve çok güldüm.

11 Mayıs 2009

Ebe sobe mim - Hayal listem

Sevgili Nazo beni mimlemiş ve ben de bu mimi mutlulukla kabul ettim, teşekkür ederim canım. Mim konusu hoşuma gitti, HAYALLERİMİZ. Her ne kadar gerçekçi bir yapıya sahip olsam da, hayal kurmayı seviyorum. Hayal de olsa birşeyler için çaba göstermek, bir amaç, sevdiğin birşey için uğraşmak, hayallerinin peşinde koşmak güzel şey. Multimilyoner bir ailenin çocuğu olsaydım belki de hayal kurmanın ne demek olduğunu bilemeyecektim.
Adı üstünde hayallerimiz, bu yüzden şimdi bırakın beni rahat rahat hayaller alemine dalayım, uçayım birazcık, gerçeklerle yüz yüze gelip hayal kırıklığına uğramam, gökyüzünden düşüp bir kayaya çarpar gibi çarpmaz beni gerçekler, merak etmeyin - paraşütüm var;)

Hmmm nerden başlasam ki?

• 1-2 yıl farklı bir ülkede yaşamak, isviçre-türkiye arasına sıkışmış bir yaşam tarzının dışına çıkmak hayallerimin başında geliyor

• Geniş bahçesinde her çeşit çiçek bulunan, kocaman mutfaklı bir evim olsun

• Evim olmuşken deniz kenarında olsun ve bir çok odanın penceresi panoramik bir şekilde denize baksın, hatta uyanınca denize karşı uyanayım.

• Bir sürü hayvanım olsun, tavşan, kedi, köpek, güvercin veee atlarım olsun. Zamanımın büyük bir kısmını onlarla geçireyim - yoksa ben bir çiftlik mi istiyorum? Hayır hayır! Tavuk, inek olmasa da olur:) At çiftliği ve bir labrador kafi:) Bakabileceğim kadar olsun!

• Dünyanın bir çok köşesini görmek, insanlara olan güvenimin artmasıyla birlikte her milletten insanla iletişim kurmak, değişik hayatlar görmek, öğrenmek

• Elimdeki fotoğraf makinesini daha verimli kullanıp daha güzel fotoğraflar çekebilmek, bu konuda kendimi adım adım geliştirmek

• Evimin büyük bir odası kitaplardan, tuval ve boyalardan oluşsun

• Gün boyu istediğimi yiyip, kilo almayayım ve spor yapmadan sportif ve enerjik olayım:))) Eğer yaşarsam 70 yaşında bile hoppidi hoppidi koşturan çılgın bir nine olayım:)

• Tabi nine olmadan önce vakti zamanı geldiğinde nur topu gibi çocuklarımız olsun ve ben süper babanın, süper karısı, süper anne olayım:)

• Ve cam kenarındaki orkidem artık çiçek açsın yaaa, kaç ay oldu!!!!!

Daha gider bu, ben en iyisi mi bu kadarını paylaşayım…

Ayrıca:

„Sen çevrende olup bitenleri görüp neden diye soruyorsun. Ben ise, asla var olmamış şeyleri hayal ederek neden olmasın diyorum“
George Bernard Shaw


Sevgili Lal, Çilekli Süt, Haydins ve Ayçi sobelendiniz;) dökün bakalım hayallerinizi ortaya, kim bilir belki de sihirli bir değneyi olan biri de okuyordur listemizi:)

8 Mayıs 2009

Bunu da okumuştum ama...

Hazır konu kitaplardan açılmışken şundan da bahsedivereyim biraz. Buket Uzuner'in iki yeşil susamuru adlı kitabı. Burada aslında beğendiğim kitaplardan bahsetmekti amacım. Fakat o kadar vaktimi ayırıp, değer verip okumuşum. Beğenmesem bile paylaşmakta fayda olduğunu düşünüyorum. Belki bir gün bir daha okurum ve fikrim değişir.

Bir iki haftadır kendimde birşey keşfettim. Kitap okurkenki ruh halimin kitapı beğenip beğenmememde büyük etkisi olduğunu düşünüyorum. Tıpkı bu kitapta da olduğu gibi.
Buket Uzuner'in okuduğum ilk kitabıydı bu. Balayındaydım ve annemle aramız baya baya limoniydi. Hikayenin içeriğini bilenler düşünsün artık kendimi o anda nasıl hissettiğimi.
İlk olarak tavsiye etmek istediğim iki şey var:

1. si bu kitapı katiyen balayında okumayın - hatta balayında kitap bile okumayın, ne işiniz var kitapla falan, gidin başka bir meşgale bulun kendinize. Balayında kitap mı okunur:)

2. si ise annenizle veya ailenizle olur ya aranız bozuk olursa (umarım böyle birşey hiç bir zaman söz konusu olmaz) yine bu kitabı okumayın derim. Sebepsiz yere göz yaşlarına boğulma olasılığı var. Yazıktır, günahtır, gerek yok bunlara.
Demem o ki, o anda kötü izlenimler bırakmıştı bu kitap bende. Bir de şöyle bir durum söz konusu: Kitapçıya girersiniz, kitabını daha önce okumadığınız bir yazarı tavsiye ederler size (burada olduğu gibi, bir diğer örneğimiz de Elif Şafaktır). Yazarın tam da o kitabını beğenmediğiniz anda bu defa yazara karşı yanlış fikir oluşturabilirsiniz kafanızda. Bu yüzden benim de şimdi yapmak istediğim gibi, yazarın diğer tavsiye edilen kitaplarını da okuyup daha sonra yorum yapmak. Sizce de öyle değil mi? Sanırım doğru olanı da bu.
İki yeşil susamuru aslında sevgililerden çok anne ve babasının hayatındaki düzensizliklerin kişide oluşturduğu karakterden bahsediyor. Esas kızın annesinin yanlışlarını hatırlayıp aynı yanlışı kendisininde yapmak istememesi aklıma kazınmış olan şeylerden bir tanesi.
Bir kitabı okurken hikayenin, karakterlerin bana uyması gerekmez fakat kendimden birşeyler bulabiliyorsam hoşuma gider. Her kitapta - iyi veya kötü olsun - yeni ve farklı şeyler öğrenmenin tadı bir başka.

Korkma insancık korkma



Siyah Süt'ü dün belki çarpıcı bir sonla biter ümidiyle hızlı hızlı okudum ama ı-ıh. Ben Ayşegül boşanıyor tadında bir hikaye aramıştım bunda ama bulamadım. Yeni bir hayal kırıklığıydı benim için ama olsun. Merakım gitti en azından.


Şimdi de Turgut Özakman'ın bu kitabına başladım. Daha önce okuduğum Romantika'sından çok etkilenmiştim. Okuduğum kitaplara göre daha farklıydı. Daha bir doğal, daha bir içten bulmuştum. Şimdi sıra bu yaklaşık 10 sene önce çıkardığı "Korkma insancık korkma"da.


Kitap okumayı seviyorum ama tarzımı henüz bulmuş değilim. Kitapçıya girerim o anda bana ne tavsiye edilirse, ya da ben ne duymuşsam onları alırım. Bu konuda sizlerin tavsiyeleri de çok önemli benim için, dikkate almıyorum sanılmasın. Arada not ettiklerim var. İnşallah bir dahaki tatilde yine bol bol kitap alış-verişi yapıcam. Tatilin en sevdiğim kısmı bu kitap alışverişleri:)


Yine güzel ve gizemli bir başlangıç var bu romanda. Ümitliyim.

6 Mayıs 2009

mini golf

Havaların düzelmesi sayesinde dışarıdaki faaliyetlerimiz artmış bulunuyor. İki haftadır bir kaç defa mini golf oynamaya gittik.

Öğrendikten, daha doğrusu alıştıktan sonra oynaması büyük zevk veriyor. Hatta kalabalık olup ta çekişmeli geçti mi buyrun size bir eğlence malzemesi daha. Konsantrasyon görüldüğü gibi üst seviyede olmalı. Benim elimin ayarı olmadığı için, konsantre olmanın pek bir faydası olmuyor. Ya çok yumuşak vuruyorum, ya da çok sert. Hele o topun dümdüz gitmesi için kaç fırın ekmek yemek gerekiyor bilemedim:)
Dediğim gibi dışarıdaki faaliyetlerimiz yavaş yavaş artmakta. Bu memleketin sabahı akşamı belli olmadığı için güzel havayı hemen değerlendirmek şart. Mümkünse kendini evden koşar adımlarla atmak en güzeli. Evin işini bitireyim diyene kadar ohooo ömür biter ayol.
Hani biz Hollanda'ya gitmiştik ya. Orada herkes vın vın bisikletlerde demiştim. Ben bile heves etmiştim, küçücük çocuk mu heves etmeyecekti yani. Neyse, karı koca yine coştuk biz (evet ben - yıllarca okula bisikletle gidip gelmekten, sınıfla gezilerde dağlara çıkmaktan nefret gelmişti bu iki tekerlekli motorsuz alete binmekten) dedik bisiklet alalım en iyisi. Hem daha sportif - olaya bir de sağlık açısından bakalım dedik, alırız sırtımıza çantaları çıkarız falan. Hayaller kurduk, ohooo uçtuk ta uçtuk... nerelere gittik geldik:))
Bisikletlerimizin siparişini bir kaç hafta önce vermiştik, yarın büyük gün. Hayırlısıyla almaya gideceğiz. Ne de özlemişim bisiklete binmeyi...

Benim bisikletle ilgili çok bir çok anım vardır. Dizlerimde imzaları kaldı:) Şimdi ben 3 yaşındayken... (neyse bu kısım bitmez şimdi bölüm bölüm mü anlatsam acaba?)
Halbuki mini golf diyordum:)
pek eğlenceli!

4 Mayıs 2009

ahanda suraya yaziyorum!

bu aralar kuru kuru, fotografsiz yazilara yer veriyorum ister istemez. Umarim bu hallerim uzun sürmez. Neyse asil konuya gelmek istiyorum. Beni uzun zamandir takip edenler hatirlarlar belki. Bu yazimda bahsetmistim. Is yerinde hersey yolunda giderse, bu firsati tekrar elde etmeyi basarabilirsem ilk firsatta düsünmeden degerlendirecegim, iste buraya yaziyorum.
ve yazdim.
bu kadar.

Pazartesi olunca...

...sanki haftanın açılış yazısını yazmazsam birşeyler eksik kalacakmış gibi hissediyorum. Yazarsam eğer her şey daha iyi olacakmış gibi sanki. Kurduğum hayaller gerçekleşecekmiş gibi.

Uzun bir haftasonuydu. Genel anlamda güzeldi. Cuma günü hem Paşa'mın (aman paşa dediğimi duymasın zaten şımarık, hepten tepemize biner) doğum gününü kutlamak, hem deşarj olmak için Europa Park'a gittik. Hava şansımıza lokum gibiydi. Sabah 7'de yola çıktık akşam 22.45 te eve zor attık kendimizi. İnsan eğleneceğim diye bu kadar paralar mı kendini kardeşim. Bir dakikalık adrenalin salgısı için 85 dakika sıra beklenir mi? Deli gibi bekledik işte ama pişman olmadık ne yalan söyleyeyim. Annemin o Blue Fire denen hedeye bindikten sonraki yorumunu ömrümce unutamam:))

Cuma günü kendimize eğlence uğruna o kadar eziyet ettikten sonra Cumartesi günü sersem sersem dolaştık ortalıkta. Akşama sevgilinin maçı vardı. Kaç maçtır kendimi bu kadar paraladığımı hatırlamıyorum. Ne morarmadık diz, ne de başta saç kaldı kaçan gollerden sonra:) ama değdi, o ne heyecanlı maçtı öyle! Şu anda sesim kısık çıkıyorsa kesin o günkü bağırmalarımdandır.

Daha sonra kuzenlerin doğum gününü kutlamak için dağ evine gittik (Mayıs ayı başlayınca bizde doğum günleri ardı ardına gelir, hatta açılış Nisan'dadır) yedik içtik evlere dağıldık. Baktık daha erken 4 kişi bizim evde toplandık ve nostaljik Türk filmleri eşliğinde bir UNO partisi verdik. Ömrümde o kadar güldüğümü hatırlamıyorum, domates gibi kızardım, gözlerimden yaş geldi. Gülme krizimin tuttuğu an çok yersizdi, daha oyunun başındaydık yani ama ne bileyim bir patlama oldu bende anlamadım. Çekişme ilerledikçe kudurduk, sabahın 6'sına kadar.. Kapanış benim piskopata bağlamamla son buldu:) Kuruyasıca damarıma bastılar. Erkek milleti işte peh!! İntikamım acı olacak, and içtim!:P O gece kapıya komşular dayansa yeriydi ama bu defalık idare ettiler sanırım. Sağolsunlar:)

Pazar günü sabah 6 buçukta yatınca, anca kendimize gelebildik ve bir maç daha vardı izlenecek. Sülalede futbolcu kaynıyor maşallah. Maç izleme bahanesiyle temiz hava almış olduk. Derken aile ziyaretleriyle son buldu günümüz.

Koooskoca bir hafta sonu olsa da bazı şeylere yine vakit ayıramadım. Her şey sırasıyla inşallah.
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...