yoğunluğa bir virgül koymalı,
sonra eski bir dost aranmalı,
içinden geçenleri eskisi gibi açık açık anlatmalı,
işin nasıl da muhabbete dönüştüğüne şahit olmalı,
ferahlamalı kalbin.
11 Eylül 2009
8 Eylül 2009
Miras - Osman Aysu

Şöyle bir karar aldım kendi kendime:
Şu an gündemde olan kitapları ve yeni aldıklarımı bir kenara koyup öncelikle ödünç aldıklarımı okumak istiyorum ki, onları iade edebileyim. Hem benim için de değişiklik olacak.
Geçtiğimiz hafta sonu Osman Aysu'nun 2001 yılında yayınlanan Miras adlı kitabına başladım. Bu yazarın okuduğum ilk kitabı. Önerebileceğiniz diğer kitapları için ayrıca mutlu olurum. Bu kitapta olaylar hızlı bir şekilde ilerliyor ve çok ta sürükleyici. Okudukça aklıma bir sürü soru işareti takılıyor. Sonu neye bağlanacak çok merak ediyorum. Yani şu ana kadar güzel gidiyor hikaye.
Sırada bekleyenler:
- Şu çılgın Türkler, Turgut Özakman (hâla okuyamadım, kalınlığı gözümü korkutuyor)
- Huzur sokağı, Şule Yüksel Şenler
- Hayalimdeki kadın, Danielle Steel (bunu nedense okuyasım gelmiyor, sanırım hayalimde bir kadın olmadığından=)
- Yaprak Dökümü, Reşat Nuri Güntekin (dizi sağolsun okuma hevesi bırakmadı bende... Nedir bu kitapları dizilere uyarlama furyası, biri bu gidişata dur desin yahu)
7 Eylül 2009
Ramazan ayı bana "ev hanımı"lığı anlamında neler ögretti?
Çok şey değil aslında ama yine bir iki şey var hatırlamak istediğim.
Ben şimdilik olaya iftar daveti veren hatun kişisi gözünden bakarak en basitinden başlayayım.
Kırk yılda bir doğru dürüst yemek yapan ben, yaptım mı da fena yapmam hani, övünmek gibi olmasın. Gene yenilebilir cinsten olur pişirdiklerim. Acillik bir durum olmadı bugüne kadar çok şükür. Olabilirdi de. Çünkü bir çok doğaçlama yemek hazırlamışlığım vardır, "evde ne varsa karıştır, pişir, afiyetle ye" mantığı. Tariflere bağlı kalmadan. Bundaki tek problem, tabi güzel olmuşsa eğer, içine neyi ne kadar koyduğumu daha sonra hatırlayamamam oluyor. Pek öyle kenara yazma huyum yoktur. Pişirirken de mutlaka 40 kere tadına bakarım gidişatı kötü olan yemeyi kurtarmak adına, zaten ben o sırada doymuşumdur bile. Yemek te yarıya inmiştir - (2 kişilik yemekler için geçerli bu dediğim=)
Neyse efendim, sadede geleyim. Yukarıda anlattıklarım benim Ramazan ayı dışında, iki kişilik yemek yapma anlayışımdır. Misafir çağıracağım zamanlarda ise (ki bu genelde Ramazan'larda oluyor) harıl harıl yemek bloglarını gezerim, fikir sahibi olmaya çalışırım, beni bir telaş sarar, kalabalık olacaksak neyi ne kadar pişireceğime bir türlü karar veremem vs.
Başımı duvarlara vurmamak adına öğrendiklerimi not edeyim:
- Asla ve asla daha önce meyvesinin sebzesinin nasıl olduğunu bilmediğin yerden meyve sebze ya da başka bişey alma. Bu hataya bir daha düşme! Hangi marketin hangi ürününü iyi biliyorsan, onu al. Ha o zaman kötü çıkarsa bu şanssızlıktır. Diğeri ise ... neyse işte.
- Şu yemeklerin tuzunu kaşık gibi nesnelerle ölçerek koymayı öğren artık işin kolaylaşsın. Göz kararı, göz kararı bir yere kadar. Özellikle oruçluyken göz kararı falan olmuyor hanımm!! Nasıl bakacan onun tadına tuzuna iyi mi acep diye?!
- Daha önce denemediğin tariflerden uzak dur. Gerçi bu konuda henüz bir hataya düşmedin, aferin.
- Soğuk yenilebilen şeyleri bir gün önceden hazırla ki sonra eteklerin tutuşmasın, bazı tatlılar da buna dahildir.
- Davet vereceksen ne pişireceğine en az iki gün önceden karar vermekte fayda var, onu hepimiz biliyoruz, alış verişi ona göre ayarlayacağımızı da biliyoruz. Tabi bir tek bunu ayarlarken alınacaklar listesini akıla değil de kağıta yazmayı bilmiyoruz.
- Kanımca en önemli husus olan şeyle sonlandırayım öğrendiklerimi. Malum oruç tutarken gözümüz de aç oluyor. İnsanlık hali. Ekmeği özellikle bol alıyoruz ama çoğu kalıyor. Bu vesileyle bayatlayan, bayatlamaya yüz tutan ekmekleri değerlendirmek için Ekmek israfı adında bir blog olduğunu da öğrenmiş bulunmaktayım. Tüketemediğimiz bu ekmekleri mübarek Ramazanda, hele bir de açlığın ne olduğunu daha iyi anladığımız şu zamanda israf etmeden değerlendirelim. Şimdi ben bu blogu inceleyeceğim biraz. Bildiğiniz başka blog/sayfalar varsa paylaşırsanız sevinirim arkadaşlar.
Bugünlük kaçtım ben!
Not:
Altı üstü iki iftar daveti verdik yani, hepsi bu. Üstüne bir de ev hanımı ilan ettim ya kendimi, pes doğrusu! Sırf bundan bu kadar şey öğrenmişsem yine de bravo bana=) bunları 3 senelik evlilik hayatımda anca öğrendiğim için ise utanıyorum:P
Umut - Hayat akan bir sudur

Hem ben Sabahat ve Aram'ın hikayesini de çok merak ediyorum. Sadece onları anlatan bir kitap talep etsem ayıp olur mu acaba?

Eylül'ün kapıdan girmesiyle havaların serinlemesi bir oldu buralarda. Olsun, severim ben Eylül ayını. Belki de ardından Ekim geldiği içindir. Ya da son baharda doğanın nasıl sarıdan, kızıla, kızıldan, kahverengiye boyandığını seyretmek hoşuma gittiği içindir. Aynı şey ilk bahar da da geçerli, renklerin nasıl canlandığını, yeşilin her bir tonunu yeniden keşfetmeyi de severim... Yani severim ben mevsim geçişlerini.
Havalar serinleyince daha çok kitap okuma fırsatı doğacağı için mutluyum açıkçası.
Benjamin Button'ın tuhaf hikayesi

Yoğun geçen günlerimize Cumartesi akşamı evde oturup, film izleyerek biraz ara verelim dedik.
Benjamin Button ne zamandır seyredilmeyi bekleyen bir filmdi. Fiyatının uygun olduğunu görünce hemen almıştım fakat bir türlü 166 dakikalık bir zaman dilimini ayırıp izleyememiştik.
İlginç bir hikaye gerçekten. Ne iyi ne kötü diyebilirim. Fakat beğendiğimi söyleyebilirim. Film uzun olmasına rağmen akıcı ilerliyor.
Yorumum biraz alakasız olacak ama:
Gençlik denen şey güzel be... kıymetini bilelim!
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)