15 Aralık 2011

kişisel tecrübelerim

Dikkat... bu bir gezi yazısı değildir, aklımda kalanlar ile kadrajıma takılanların yansımasıdır sadece. Masalsı bir küba yazısı bekleyen varsa eğer, şimdiden özür diliyorum. İlk etapta başıma gelenler ve zayıf hafızama destek olması için yazdığım bir post olacak.

Karibiğin incisi olarak adlanrılılan bu adaya tatil öncesi yaşadığım tüm sıkıntılardan sıyrılma umudu ile çıktık yola. Ne kadar olumlu düşünce varsa aldım yanıma öyle gittim. Olumlu düşüncenin faydasını çok gördüm, gerçekten ihtiyacım olacağını bilmiyordum aslında:

Umduğumuzdan çok daha uzun sürecekti yolculuk. Hazırlıktır, şu bu derken bir kaç saatlik uykunun ardından sabah 7 de çıktık evden, Zürih'ten Frankfurt'a, Frankfurt'ta 4 saatlik bir bekleyişten sonra Varadero'ya uçacaktık. 4 saat neydi ki, çabucak geçerdi derken bir 4 saat daha eklendi aktarmalı uçuşumuza... ona da eyvallah... sağ salim varalım da 4 saat geç oluversin ne olur ki dedik. Frankfurt havalimanı büyükmüş diye duyduk, gezer, oturur, insanları izler, bir şeyler yeriz derken geçerdi vakit. Tam bir restorana girmiş ne yiyeceğimize karar vermeye çalışırken birden polisler sardı etrafımızı. Neler oluyor yaw bile diyemeden polislerden biri "bomba ihbarı var, hemen burayı boşaltın" diye emir verdi, kalp atışım hızlandı birden, zannediyorum ki topuklarımızı kıçımıza vura vura uzaklaşacağız, sokaklara atacağız kendimizi... yanıma kalın ceket de almamıştım, karibiğe gidiyorduk ya, havaalanından çıkmayacaktık ya nasılsa! Gerçekten de çıkmak zorunda kalmadık havaalanından, insanlarda da bir sakinlik, kimsede bir panik yok, etrafta koşturan yok, ben millet çığlık çığlığa kendini sokağa atacak diye bekliyorum, soğuk kanlı olunur da bu kadar mı olunur? 

Acaba tatbikat mı diye düşünmedim değil, neyse, sadece restoranın etrafını kapattılar, yaklaşık bir saat sonra açıldı yine restoran, durum tam olarak neydi anlamadık, daha sonra girdik, yemeğimizi seçtik, yedik, oturduk biraz daha. (Frankfurtta gördüklerimizden ayrı bir hikaye çıkar ya!!)


Neyse, uçuş saati geldi. Almanların espri anlaşıyına hayranım, uçağa binmek üzereyken, bekleme salonunda gecikme hakkında bilgi ve özür anonsu yapıldı, üstüne: bu kadar gecikmeye rağmen gelmeniz sevindirici, dedi, sanki 4 saat bekledik diye eve dönecekmişiz gibi. Pilot abi zaman kaybını telafi etmek adına bastı gaza :) yaklaşık 8,5 saatte Varadero'ya vardık. Saat gece 12'ye geliyordu.

En sinir olduğum şey, bavul beklemektir, toplam iki ufak bavulumuz vardı... uzun süre bekledik, bavulun biri bulundu geldi, sonra baktık herkes bekliyor, bekliyor, bekliyor, 2. bavulumuz bir türlü gelmiyor, herkes kalan son bavulunu bekliyor, bizler o günün son yolcularıyız ve inen tek uçak bizim uçağımız... saat 12'yi geçiyor ve bir anda bütün insanlar bavullarına kavuşup toz duman oluyorlar, bir biz kalıyoruz. Bavulun diğeri gelmedi. Görevlilere durumu bildirirken yine dakikalar geçiyor aradan, sisteme bir şeyler kaydediliyor, otele transfer var mı ondan da emin değiliz ayrıca... bavulu geçtim otele nasıl varacağız diye düşünmeye başlıyorum.


Bir adam beliriyor biz derdimizi görevlilere anlatırken, Lazaro'ymuş, ayarladığımız gezi şirketinin rehberi, transfer otobüsü bizi bekliyormuş. Yani transfer varmış. Baktılar sisteme, bavuluz kalmış Frankfurt'ta. Meğer orada bu tür şeyler çok oluyormuş, büyük havaalanı olduğu için onu öğrendik daha sonra. Bir dahaki uçak 3 gün sonra gelecekmiş. O kadar yorgundum ki, bir an önce otele gidip yatmak istiyordum. Hiç bavulu falan düşünecek halim yok. Hayatımın tecrübelerinden bir tanesine geliyor sıra sıkı durun: 2 bavulunuz varsa, kiminle giderseniz gidin eşyalarınızı karışık koyun. Ben ve eşim alele acele, o kendi eşyalarını kendi bavuluna, ben kendi eşyalarımı, tuvalet malzemelerime kadar kendi bavuluma koydum. Uçağa binerken elimizde eşya taşımaktan nefret ettiğimiz için, sadece el çantam ve fotoğraf makinesi var yanımda.

Eşim dualar etmiş otele varana kadar, bari kalan bavul benimki olsa diye. Ben sürekli pozitif düşünerek "aman kalan benim bavulum da olsa moralimi bozmak istemiyorum, nasılsa 3 gün sonra gelecekmiş" diye geçiriyorum içimden.


Eh yazıyı buraya kadar okuyup tahmin yürütenler olduysa, evet, kalan benim bavulumdu. Sadece 3 gün değil, normal şartlarda iki gün üst üste aynı kıyafeti giymeyen ben, toplam 5 gün üzerimdekilerle idare etmek zorunda kalacağımdan habersiz yattım uyudum, çok da kafaya takmadım yani. Gerçi dünyanın herhangi bir yeri değil, kübaydı gittiğimiz yer, ambargosu olan, bildiğimiz ne kadar marka ürün varsa, sınırından geçmeyen ülkedeyiz! Seçeneklerin çok çok sınırlı olduğu bir ülke. Otel dediğim büyük bir otel olmasına rağmen bir tane dükkanı vardı. Nasıl olsa şunun şurasında 3 gün bekleyecektik, Allah'tan uçak soğuk olur diye kat kat giyinmiştim, içime atlet tarzında tişört, üstüne normal tişört, onun üstüne ince hırka, ince hırkanın üstüne kısa kot ceketim. Bu yüzden çok büyük bir alış verişe gerek yok diyerekten, hala motivasyonumu bozmayarak, 2 dünya bir araya gelse giymeyeceğim bir bikini aldım giydim (tek bir çeşit vardı), bir adet şort bir çift terlik aldım, bunlara otelde toplam 60 Euro verdim bir de! Eşimin erkeklere özel spor sonrası kullandığı şampuanı kullanıp, afedersiniz aynı iç çamaşırıyla idare edip, deodoransız, yüz kremsiz, saç kremsiz, güneş kremsiz,  (otelden aldık bir güneş kremi ama işte... ne idiği belirsiz üstelik çok pahalıydı) Saçları keçeye dönüşmeye başlayan survivor adayı zeynep olarak geçirdim koca günleri. En azından diş fırçaları ve macun eşimin bavulundaymış.

Daha sonra düşündüm, ne kadar çok gereksiz eşyalar sürüklediğimizi peşimizden, ne derece eşya düşkünü, marka bağımlısı, nasıl bir tüketim çılgınlığı içinde yaşadığımızı. Bu tüketim çılgınlığı bilmediğimiz bir şey değil ama bizzat yaşayıp, tecrübe edip görmek bambaşka birşeydi. Bavulum ayrıca dendiği gün gelmedi. İşte o saniyeden itibaren ben aklımı kaçırdım. Kesin kayboldu bavulum dedim, gelmemesine değil daha çok söz verip yerine getirilmemesine uyuz oldum, beni oyalıyorlar dedim, sabrım taştı, hayatım boyunca bir araya toplasam etmeyeceğim kadar küfür ettim...


Hayır, gelmeyen özel eyşalarım yüzünden değildi sinirim gerçekten. Onlar o anda hangi şekilde olursa olsun telafi edilebilecek şeylerdi. Değerli elbiselerim, ayakkabılarım, parfümlerim, makyaj malzemelerim yoktu, bir şampuan, bir tarak ne kadar değerli olabilir ki allah aşkına? Benim tek sinir olduğum şey, yeni aldığımız fotoğraf makinasının şarj aletinin de o bavulda bulunmasıydı!!! evet sadece bu... ben böyle bir aptallığı nasıl yapabilirdim? Makina yanında madem, şarj aletinin bavulda ne işi vardı dimi!! Kendi aptallığıma kızarak adama salladığım küfürlerin haddi hesabı yoktu, şu an utanıyorum kendimden... Dediği gün gelmedi bavul ve adam ortalıkta yoktu, evini bile aramayı denedim otelden, ulaşamadım. Ertesi sabah haddini bizzat bildirecektim ona. Kesin bavulum kayıptı ve beni oyalıyordu, bana niye söz veriyordu? Ben nereden bulacaktım şarj aletini?


Ertesi sabah geldi Lazaro, karşıdan sen bi yanıma gelsene diye parmağımla işaret ettim... nerede benim bavul, yok gelmedi, olmayan şey için niye söz veriyorsun sen bakim, dedim. Nasıl olur sistemde görünüyordu, gelmiş olması lazım dedi, dün telefon açtığım yerdeki adam bugün Frankfurttan uçak geldi ama bir emanet yok dedi diye anlattım... - Baktınız mı resepsyona diye sordu, elbette bakmıştık, yoktu, gidin tekrar bakın, bavul odası var, oraya girin bakın, eğer yoksa icabına bakarız diyordu.

Tam resepsyona doğru yürüyordum ki, o da ne, resepsonun arkasında duvara dayalı, turuncu bantlı, siyah bir bavul! Benim bavulum! Yıllardır görmediğim bir akrabamı görsem bu kadar sevinir miydim acaba!? Ölecektim sevinçten! Tam o sırada gelmiş, yani akşam değil ertesi sabah getirmiş bavulumu kalp sağlığına düşkün, rahat kübalılar.

Önemli olan şarj aletiydi gerçekten de! Hiç birşey kaybolmamış, bavul açılmamştı. Mutluydum, tatil tam anlamıyla başlamıştı artık. Dilediğim gibi fotoğraf çekebilecek, makinanın ayarlarını rahat rahat kurcalayabilecektim!!!


Bunlar kübayla ilgisi olmayan, kişisel tecrübelerimdi:

Bilmediğim uzak diyarlara giderken, yanıma yedek eşyalarımın bulunduğu bir çanta alacağım.

Fotoğraf makinamın çantasını, aman yük olur, onu mu taşıyacağım demeden, makina ve tüm parçalarıyla birlikte yanımdan bir saniye bile ayırmayacağım (tecrübesiz fotoğraf makinası kullanıcısıyım vesselam).

Eşimle eşyalarımızı karışık olarak koyacağım bavullara.

Gereğinden fazla eşya götürmeye hiç mi hiç gerek yokmuş zaten.

Aşırı titizlik insanı mutsuz ediyor.

Her zamanki şampuanımı ve saç kremimi kullanmayınca ölmüyor muşum. Bir saç lastiği yeterliymiş.

Deodorant deniz kenarında gereksizmiş gerçekten.





Ülke ve insanları hakkındaki yazılarım da gelecek

;)





10 Aralık 2011

döndüm ben küba'lardan :)


Neyi nerden başlayıp nasıl anlatsam bilemiyorum ki...

Küba'daydık 12 gün. Bol maceralı, şaşırmalı, eğlenceli, gezmeli, tanışmalı geçti.
Hayatımın dersini öğreneceğimi bilmeden gittiğim bir ülke,
Silkinip kendime gelmemi sağlayan bir ülke,
Hayatıma yeni bir bakış açısı daha kazandıran bir yaşamı barındıran bir ülke olarak anılarımda kalacak Küba.

Şimdi ben anlatmaya nereden başlayıp hangi fotoğrafı ne zaman nasıl paylaşacağımı bilmeden sadece buradayım demek için uğradım hemen.

Aradan aceleyle seçtiğim bir kaç Havanna fotoğrafını ekleyip kaçıyorum.





Görüşmek üzere :)
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...