30 Eylül 2010

buyursun gelsin sonbahar...


Biz nasılsa hazırlığımızı yaptık,

varsın dökülsün yapraklar...

29 Eylül 2010

cennetten bir köşeye benzer memleketim yağmurla


ve ben doyamam bakmalara.
İşte derim, o köy benim köyüm,
Gökkuşağının altında,
ve ben doyamam bakmalara....











28 Eylül 2010

NE OLURSAN OL YİNE GEL diyen sözlerin gücü

Gel, gel, ne olursan ol yine gel,

İster kafir, ister mecusi, ister puta tapan ol yine gel,

Bizim dergâhımız,

ümitsizlik dergâhı değildir,

Yüz kere tövbeni bozmuş olsan da yine gel...




Geçen Pazar hayatımın belki de en şaşırtıcı, en sarsıcı, en etkileyici ibadetine şahit oldum. Bizim kızlarla toplaşıp Zürich'in hatta belki de İsviçre'nin en hoşgörü sahibi kilisesine gittik. Kilise nasıl hoşgörülü olur ki, diye sorarsanız: Oluyormuş... öyle bir hoşgörü ki, her dinin ibadetine açık bir kilise.



Hayatımda gördüğüm ilk semazanler miydi o gün gördüklerim? Tabiki hayır fakat hayatımda gördüğüm ilk teferruatlı sem'âydı. Oradaki bayanın da üstüne basa basa söylediği "gösteri" değil şu anda burada yapılan, baştan sona bir ibadet. Tüylerim diken diken gözlerim dolu dolu izledim doğrusunu söylemek gerekirse. Ve nasıl duygulandım anlatamam.




Şeyh ve semazenler... çekilen zikirler ve okunan Kur'an ayetleri beni her zamankinden daha farklı etkiledi, içime işledi, çünkü bunlar bir kilise de yapılıyordu, çünkü bunu yapanların bir kısmı İsviçreliydi, ve bizler buna ilk defa bu şekliyle ummadığımız bir yerde şahit olduk. Hepimiz bir gösteri izleyeceğiz (ramazan şenliklerinde, turist eğlendirme aktivitelerinde yapıldığı gibi) zannettik.



Gönül daha fazlasını anlatmak istiyor ama kelimelerim yetmiyor, yaşamak lazım bunu.



Mübarek insan Mevlânâ'nın yukarıda yazdığım, güzel, davetkâr sözleri olmasaydı...

O bu denli hoşgörülü olmasaydı,

Bizler de böyle bir hoşgörü ile karşılaşmazdık buna eminim!







Ayrıca Sem'a nın sonunda, çay, kahve, börek, çörek, kek, salata ikramı vardı...

ve orada çok tatlı bir İsviçre'li bayan dediki:



Biz bu tür ikramları siz Türk'lerden öğrendik!



Arkadaşımın yorumu: Zeynep bunu da duydum ya, artık gözlerim açık gitmez!



=)



NOT: O günden fotoğrafım yok çünkü fotoğraf çekmek yasaktı ki en doğrusu da bu bence. Görseller: GugL

26 Eylül 2010

BizLer PaMukKaLe'yE giderseK

Oradan oraya koşar, coşar, hoplar, zıplar hatta bazen düşedebiliriz =)))

Başımıza güneş bile geçebilir...



Pamukkale'nin antik şehrini didik didik inceleyebiliriz...


Sonra mezarların yakınına gidip...


Hatta dışından içine, ya da içinden dışına bakabiliriz...



sonra ancak bizim gibi deliler mezarlıkların içinden bu kadar mutlu bir poz verebilir diye düşünebiliriz...





Arkeolojiye gönlünü vermiş, meraklı araştırmacılar misali şaşırabiliriz...
Bazılarımız, kendini tutamayıp, bu tarihi yapıların sağlamlığını test etmek istercesine tepesine çıkabilir...

Bu kareyi alırken ben, önümde duran taşı göremeyip, tepe taklak olabilirim =P



Pamuk travertenlerin bundan 20 sene önceki halini düşünüp, üzülebilirim
ama
birazcık geç de olsa, koruma altında alınmış olmasından mutluluk da duyabilirim...





ve ben Pamuk travertenlerle,
bu tarihi mekana,
doymayabilirim!!

=)

Not:
Save the Ocean
Save the World



24 Eylül 2010

Yakında - Pamukkale



çok yakında

bu seneki yaz tatilimin

en

ennn

ennnnn

güzel

anılarını

paylaşacağım

=)

Trend Kitabevi yeni adresim

Sürekli isviçre'de Türkçe kitap bulamamaktan yakınıyordum. Sanırım bu sorun Trend Kitabevi sayesinde kalkmış bulunuyor. İnternet sayfasının sipariş bölümünü pek güvenilir bulmayınca geçen Cuma mail yoluyla verdim siparişleri. Aynı gün mailime cevap geldi, siparişiniz işleme konulmuştur diye. Dün ise elime ulaştı.

Bu sene İstanbul (!) da deli gibi bu kitabı aramış bulamamış sonra da çok üzülmüştüm. Koskoca İstanbul'da bulamadıktan sonra hiç bir yerde bulamam diye düşünürken canım duyarlı kardeşim kendisine gelen broşürde görmüş, abla bu senin aradığın kitap değil miydi demişti... gözlerim yerinden fırladı o an.

Şu an elimde her ne kadar okunmayı bekleyen bir sürü yarım kitap olsa da, önceliği bu kazandı. En kısa zamanda okunacak, paylaşılacak. =)

Happy Weekend!!!
Ben çok mutluyum,
siz daha mutlu olun,

=)

23 Eylül 2010

Fight Club - Film




Dün akşam tüm yorgunluğuma rağmen canım bir film izlemek istedi. Bu dvd'yi bir kaç ay önce almıştık, sırf kült olmuş bir film, dursun bi kenarda, elbet bir gün izleriz diye. Anca fırsat bulduk.

Film 1999 yapımı, yönetmenliği ise David Fincher'e ait. Başrolleri görüldüğü üzere (belki de en karizmatik haliyle) Brad Pitt ve Edward Norton paylaşıyor. Chuck Palahniuk adlı yazarın 1996 da çıkardığı, aynı ismi taşıyan, Novel ödüllü romanından uyarlanmış.

Benim gibi 11 senedir izlememiş olanlarınız varsa, izleyin derim. Film zaten 11 senelikmiş gibi durmuyor. Brad Pitt'den hoşlanmayanlarınız varsa bile izleyin, konusu çok sıradışı, enteresan çünkü. Ben yorgunluktan yarı baygın izledim ona rağmen beğendim, en kısa zamanda bir de ayık kafayla izlemeyi düşünüyorum çünkü filmde çakmadığım olaylar var =)
Film sıkıcı başlıyor sonlara doğru ayılıyorsunuz! =D (benim gibi)
Fight Club deyince, dövüş mövüş hoşlanmam ben öyle şeylerden zannediyorsunuz ama yanılıyorsunuz!

Ayrıca:

David Fincher'in yönetmenliğini üstlendiği filmler izlenilebilir cinsten kanımca.

Bkz:

The Game

The curious case of Benjamin Button

benim beğendiklerim.

21 Eylül 2010

bu aralar

Bilgisayarların bana garezi var (evde internet bağlanmıyor, iş yerinde "stick" olmuyor vs.)

İstediğim fotoğrafları yükleyemiyorum ne zamandır

Kış kapıda

Sis çöktü

Hiç kitap okuma hevesim yok, sanırım yine yanlış zaman yanlış kitap durumları mevcut

Canım boya, kalem, tuval çekiyor

Sol elimle yazmaya çalışıyorum her şeyi, neden ben de bilmiyorum

Dallarında kırmızı kırmızı duran elmaları aşırmak geliyor içimden, öyle muhteşem duruyorlar

Dün çok gergindim, telefon şirketinden müşteri memnuniyeti için arıyoruz dedi genç bi bayan, ona patladım. Tam isabetli oldu, 4 senedir soy adımın değiştiğinden haberi yok (ki bildirildi), adres değişikliğini bin kere bildirmiştik bir süre o da olmadı. Aman şöyle bir paketimiz var, cartımız var curtumuz var diye anlatacaktı tam, yaptırdık bile biz o paketi yaptırdığımızdan beri de şikayetçiyiz, ilk fırsatta size tekmeyi atıcaz, dedim ve jet hızıyla kapattı telefonu! Zaten uygunsuz uygunsuz vakitlerde arayıp duruyorlar kudurtuyorlar beni, biz bi taraftan trafikle cebelleşiyoruz...

Aslında her şey çok güzel!

20 Eylül 2010

güne iyi başlamanın en güzel yolu

mideyi şenlendirmektir tabi.

Karı koca hiç huyumuz değildir, iş günü kahvaltı ederek evden çıkmak. Bir an önce iş yerine varıp, saatimizi doldurup çıkmak olur amacımız, eve erken dönelim diye. Bu sabah bi uyandım baktım uyku tutmuyor, dışarısı hâlâ karanlık. Saate baktım çalmasına 10 dakika var, yatağa geri dönüp uyumaya çalışsam değmeyecek. Ben ki "5 dakikacık daha" ların en önde gideniyimdir. Bayılırım "bi 5 dakika daha" uyumaya =)

Dedim en iyisimi kalkayım, aheste aheste hazırlanayım, önce bir kahve basayım, sonra süt ısıtayım, domates, salatalık, peynir ekmek vs... güzel bir kahvaltı hazırlayayım. Bu olay pembe kar yağması gibi birşey bizim için. Herhalde evlendiğimizden beri ilk defa cici bir eş olup kahvaltı hazırıladım (bir iş günü !). Aman ne iyiymiş, ne hoş birşeymiş bu olay! Ben çok sevdim, keşke her sabah böyle enerjik kalksam da, şu kahvaltı işini bir alışkanlık haline getirsek.

Ben peki bunu niye paylaştım şimdi? Tarihe geçmesi gereken bir olayı yaşadığımız için elbette =)

17 Eylül 2010

renklisi, gazlısı, şekerlisi yok mu bunların sağlıklısı?



Bu aralar şu gazlı ve de renkli ve de şekerli içeceklere fena halde kafayı takmış durumdayım. Geçen haftalarda televizyonda bir kaç defa 150 kilo ve üzeri insanlara rastladım. Hastalıkları, çaresizlikleri, yaşam kalitelieri (hangi kalite?) gösteriliyordu, iyice tüylerim ürperdi.

Aldığı kilolardan dolayı artık evinin kapısına sığmadığı için kapıyı söküp, duvarı yıkmak zorunda kaldılar. Bazıları neredeyse vinçle taşınacaktı. Son umutları ameliyat. Yürümeyi unutanlar. Vs. vs. sayamayacağım şimdi. Fena oluyorum.

Neyse, bu detaylara fazla girmek istemiyorum ama en çok dikkatimi çeken şu oldu: bu kişilerin beslenme alışkanlıkları gösterilirken, bizim fincan fincan çay içtiğimiz gibi, bunlar litre litre Cola'ları götürüyordu?!! Sevdiğim ne kadar şekerli içecek varsa bir anda ölümcül maddelermiş gibi göründü gözüme, tırstım billahi. Allah'ın sade suyu neyime yetmiyor dedim.

Üstelik şu sıralar sürekli yaşlarına göre fazlaca tombik çocuklar görüyorum bir çok yerde. Bununla da ilgili başka bir haber vardı. Çocuklardaki hareketsizlik, diş çürümeleri, daha genç yaşta hastalıklarla uğraşmaları. Şimdiki çocuklar reklamların da etkisiyle daha fazla fast food kurbanı oluyor. Hâlâ daha bilinçsiz aileler olduğu sürece bu durum daha da vahim olabilir. En kötüsü ise, sağlıksız şeylerin hep daha ucuz, sağlıklıların ise pahalı olması...

Renklendiricler, suni tadlandırıcılar, içinde bilmediğim bilyon tane madde bulunan bu içecekleri tamamen hayatımdan çıkaramasam da, azalttım diyebilirim. Azaltmak demek mesela, haftada bir bardak içiyorduysam, şimdi ayda bir bardak içiyorum demektir. Ama ben haftada bir kez bile içmiyorumdur belki. Hatırlamıyorum bile.

En kötü alışkanlığım Redbull'du =) Şükür onu da bıraktım. Portakal suyu, evde hazırlanan limonatalar ve soğuk çaylar hazırlanması çok da zor şeyler değil. Ha eğer gerçekten vaktimiz yoksa hazırlamaya, ben çareyi en azından portakal suyu (onlarda da suni tadlandırıcılar oluyor ama, markalarda seçiciyim) veya organik soğuk çaylardan içmekte buluyorum.

Ama yılda bir defa içme hakkına sahip olduğum kendime sınırsız içme izini verdiğim TEK bir içecek var. O da ZAFER gazoz'dur efendim. Ama cam (!) şişede olanı. Ne marka düşkünü çıktım dimi ? =)



(Sınırsız diyene bak - 3 haftada 3 şişe içtim)

Reklam gibi oldu bu şimdi ama neyse...

16 Eylül 2010

hayal



hayal kurmayı seviyorum
ne istersem o oluyor hayallerimde

neden sevmeyeyim ki?




15 Eylül 2010

başladı


Yine başladı yoğunluklar, koşturmacalar, ordan oraya yetişmeceler, hastalanmacalar...

Bayram da geçti gitti. Burun hala tıkalı! Günler kısalmaya başladı. Havalar soğudu diyemiyorum, zaten hep soğuk. Başka ne var. Ha evet, bu sene bisiklete az bindim ona canım sıkıldı biraz. Hepsi bu. Evet.

Pozitif ne var elimizde bi bakim: Mutfaktaki musluk değişti. Çok mutlu oldum =) valla.

Dün kış hazırlığı için 10 kilo domates attım derin dondurucuya. Bir de turşu kurdurdum. Kayınvalidem sağolsun varolsun!

Benim en sevdiğim değil, AŞIK olduğum renktir kendileri.
Mor/Lila karışımı + Beyaz.
Evet yukarıdaki çiçek.
ve renkleri.
mest oluyorum bu renklere.
Tam bir huzur kaynağı.
Huzur buldum.
Oh be.
Rahatladım biraz.

13 Eylül 2010

Teşekkürler 12 dev adam


Mutluyuz Gururluyuz.
Daha nice finallere inşallah diyorum. Biz o altın madalyayı da alcağız bir gün.
İnanıyorum.

10 Eylül 2010

sanki

sanki birileri beni oyuna getiriyormuş gibi bir his var içimde. evet evet, resmen oyun oynanıyor benimle!! neyssse göreceğiz bakalım...

=)

Mutlu Bayramlar!


8 Eylül 2010

Datça tekne turundan kareler

Datça yarım adasından Knidos'a doğru değil de Marmaris'e doğru Kızkumunu görmeye gittik tekne turuyla.

3 günlük Datça gezimizin keşke 2 günü tekne turuyla geçseymiş. O kadar güzel, o kadar mükemmeldi. O güzelim koyların hepsini arabayla gezerek görmek mümkün değil çünkü. Arabanın içinde belli bir süre sonra mola vermek istiyorsun vs. Teknede ise hem yemeğini yiyorsun, dinleniyorsun, yüzüyor ve güneşleniyorsun. Kişi başı 35 TL idi. Ilıca da günlük iki kişilik şemsiyeli şezlonglara 25 TL ödediğimizi, bunun içinde yemek olmadığını, üstüne üstlük bütün gününü aynı yerde geçirdiğini göz önünde bulundurursak fena sayılmaz bence. Ama Datça'da şezlonglardan ücret talep eden olmadı. Onu da söyleyeyim =) Knidos'u da başka sefere görürüz artık inşallah.

Beni araba tutar, deniz tutar ama yolculuk bulantılarına karşı aldığım ilaç çok işe yaradı. Bundan sonra beni kimse tutamaz, her yaz teknelerdeyim =))
Buyrun, o günden kalan en sevdiğim kareler:







Bu da benim balığım ;)
Snorkel severlere not: Sabah erken saatlerde, yani insanların yoğun olmadığı zaman, plajlarda değişik (kocaman) balıklar görme fırsatını yakalayabilirsiniz. Tabi korkmayacaksanız =)

7 Eylül 2010

bugün çocuklar gibi şen oldu ben ;) Postacıya kısa not





Kısa not:

Sevgili postacı,
Ayacıklarına sağlık, ne iyi etmişsin de bana bu paketi getirmişsin. Allah sana da böyle güzel mi güzel blog dostlarından cici hediyeler almayı nasip etsin emi =)


Birsen'cim bugün enerjim tükenmiş bir vaziyette işten eve dönünce paketin günümü aydınlattı =) Bu sene o kadar kılıf aradım kitaplarıma, yoktu, bulamadım. El becerim yokki kendime dikeyim bir tane ;) Kılıf blogda
göründüğünden daha da güzel, inan kitaplarım sana minnettar kalacaklar =) İmdatlarına yetiştin ;)

Tutacaklar da çok şirin, not defterine ise bayıldımmm! Gerçekten de müthiş bayram hediyesi oldu bunlar benim için. Zamanlama harika =)

Çok teşekkür ederim marifetli arkadaşım!!!

2 Eylül 2010

**4 ** ever LovE

Dört senedir bir yastıkta gençleşiyoruz seninle!
Dört senedir el ele, göz göze, diz dize...
Hâlâ seni göreceğim her an içim pır pır ediyorsa,
doğru yolda ilerliyoruz demektir! ;)

Nice mutlu senelere Sevgilim!
Mutluluğum!
Balım!
4-ever Aşkım!


*Maşallah*
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...